25 Temmuz 2011

Bundesliga 2011-2012 - Episode 1

Durduk yere gaza gelip böyle bir yazı yazmaya karar verdim. Biraz can sıkıntısı, biraz da yaz aylarının verdiği berbat depresyon havası ve spor organizasyonu eksikliği, insana olmayacak işleri çok rahat bir şekilde yaptırmakta. Ateşi yakan Benicio. Durduk yere “yaz bir yazı da koy bloga” demeseydi herhalde gıkımı çıkarmazdım ve takibe devam ederdim. Karalama yeri olarak görülen buraya az biraz değil, bizzat torpille yazıyor olmak bile gurur verici. Bu şans bir daha geçmez diyerek sayfalarca yazı yazmaya karar verdim ve Avrupa’nın absurd ligi Bundesliga’yı takım takım değerlendirmek istedim.

Tuncay Şanlı gibi, Fenerbahçe’ye sembol olabilecek bir oyuncun 2009 şampiyonu Wolfsburg’a transfer hamlesinin; yıllar önce yaptığı kıçıkırık Middlesbrough hamlesinin gördüğü ilginin %5’ini bile göremediği ve 3 milyon Türk’ün yaşadığı ülkenin ligi olmasına rağmen zerre alaka çekmeyen değişik bir lig Bundesliga. Ntvspor iddaa yorumcularının “bahisçiler uzak durun oradan” diye çağrı yaptığı ve ilginçtir “eğer illa oynamak istiyorsanız sadece üst oynayın” diye tavsiyelerde bulunduğu değişik dinamikleri olan zor bir lig. Sezon öncesi değerlendirmesini yapmayı kendime görev edindim ve elimden geldiği kadarıyla, öncelikle kendimin anlayacağı şekilde anlatmaya çalıştım. Başucu eseri tadında olmasa da, hatta tamamen kişisel görüş dolu olsa da, belki olur da es kaza maç izlemeye kalkacaklar için 2011-2012 Bundesliga rehberi.

İner Misin Çıkar Mısın?

18) Augsburg

Aslında yeni türemiş bir takım değil Augsburg. Geçmişe doğru yolculuğa çıkılırsa, kuruluşları 1907 yılına dayanmakta fakat Bundesliga kariyerleri koskoca bir 0. Tarihlerinde ilk defa burada mücadele edecekler. Uzun yıllar boyunca Bavyera bölgesinde altyapı hizmeti vererek yaşamını sürdürmüş bir takım. Kısaca 2. lig senin, Regionalliga Süd benim şeklinde yıldan yıla, oradan oraya savrulan bir takım.

Almanya’da ilk kez görülmeyen (en son örnek Hoffenheim) zengin koca senaryosuna benzeyen hikaye ile, 2002 yılında lokal bir girişimci olan Walther Seinsch tarafından satın alınıp, biraz elleri para görünce kaderi değişen takımlardan. Tarihleri boyunca en büyük başarı olarak 1993 yılında kazandıkları U19 şampiyonluğunu gösterebiliriz ki, bu şampiyonluk takımın müzesinde duran en anlamlı kupa. O kadar önemli başarıları olmasa da, maçlarını şu anda 30 bin kişi kapasiteli fakat tadilatla 49 bine çıkması planlanan Impuls Arena’da oynamaktalar. Teknik direktörleri ise Eredivisie veya Bundesliga 2 ilgilileri tarafından belki bilinebilecek olan Hollandalı Jus Luhukay. Açıkçası ben yeni duydum bu ismi.

İstatistiği çok severim ama transfermarkt.de’den çakıp çakıp yazmayı pek sevmem. Oturup Bundesliga 2’yi buradan düzenli olarak takip eden biri de değilim. Pazartesi günleri Bundesliga 2 maçı illa olduğundan denk gelmişse izlemiş veya izlememişimdir bilemiyorum ama benim bu takım hakkında görüşüm biraz hafif-siklet kalacaklarıdır Bundesliga’ya. St.Pauli gibi kült özellikleri pek olmayan ve görüntü olarak beylik bir yorumla disiplinleri ile öne çıkan takımlardan. Sezon başı Bundesliga maçlarında üst diyen ezber bahisçilerin favorisi olacaktır bu takım. Bense katı bir savunma sistemi ile oynayacaklarını düşünüyorum bu sezon kendilerinin. Yine de birçok kişiden farkım yok, bana da kapalı kutu. İlk 5 haftada görüşüm netleşir.

17) Freiburg

İçimden bir sesin, sene sonu buralarda göreceksin diye hissettirdiği bir takım kendileri. Sezona ciddi kayıplarlar giriyorlar ve en büyük kayıpları hiç kuşkusuz teknik direktörleri. Yeni kuşağın Bundesliga’da cool isimlerinden Robin Dutt’u Leverkusen’e kaybettiler. Teknik direktör kaybı yetmemiş gibi savunmanın önemli isimlerinden (FM'de Türk takımı çalıştıranların ismini kendi evlatları gibi bilip, ilk fırsatta transfer ettikleri) Türk stoper Ömer Toprak’ı da Dutt ile beraber Leverkusen’e yolladılar. Takımın bir diğer kaybı ise Fransız kaleci Simon Pouplin. Genel olarak oynamıyordu zaten sakatlıktan ötürü ama bilgi olarak bulunsun, serbest bırakıldı bu yaz.

Yeni koç Freiburg II’'den gelen Marcus Song. İlk iş olarak genç takımdan 3 tane filiz çıkartmış A takıma. Transferde ise Ömer Toprak’ın bıraktığı formaya, yeri gelince kendi kalecisi Costanza ile saha içinde kavga etmeyi sorun etmeyen Beg Ferati ile doldurmayı tercih ettiler Basel’den. Öyle aham şaham bir oyuncu değil, fakat İsviçre U21 kadrolarında oynamış, emekçi sayılabilecek 24 yaşındaki bir savunmacı. Pasaportunda Kosova-Arnavut

yazması Costanza kavgasını açıklamaya destek olabilir. Freiburg öyle aman aman zengin bir kulüp değil ama yöresel olarak şık bir kulüp. Dutt ile yarattıkları akışkan oyun ve eldeki oyunculardan dolayı ister istemez gelişen katı savunma futbolu ile ”Beyler mümkün olduğunca top yapıyoruz, Cisse atarsa puanı cebe indiririz, olmadı kaybetmek yok” şeklindeki düzenleri ile iyi bir derecede bitirdiler geçen sezon Bundesliga’yı. Tabii burada forvet hattını tek başına çekip çeviren, superman kılıklı Cisse’ye değinmeden geçmemek lazım. En azından bir sezon daha Senegalli'yi ellerinde tutabildiler ve performansından memnun kalmış olacakları ki kendisine partner olarak Levski Sofia’dan Malili Dembele'yi aldılar. Forvet hattına yapılan bir diğer yatırım ise Schalke benchini soğuk gecelerde ısıtmakla görevli Slovak Erik Jendrišek.

Geçen seneki sistemin yavaş yavaş değişeceğini görmemek için Stevie Wonder olmak lazım ama böyle radikal değişiklikler futbola nasıl yansır onu kestirmek güç. 2009’da çıktıkları Bundesliga’yı geçen sezon 9. sırada bitirerek maceralarına devam eden bu takımın bu sezon atacağı adımlar, geleceklerini direkt olarak etkileyecektir. Kısaca bu taktiksel değişiklik ya onlara jackpot olarak dönecek ya da tribünler hep bir ağızdan Mein Herz Brennt’i söyleyecek sene sonu. Marcus Song hocanın etkisi bu takıma ne kadar olur kestirmek güç ama benim küme düşme potasında görmeyi beklediğim takımlardan biri Freiburg. Song hocamın Robin Dutt hocam ile Suttgart Kickers kariyerleri çarpışsa da her Stuttgart Kickers’li adam aynı şekilde mi yetişiyor sorularını sorarım Bundesliga yekililerine yeri gelirse. Kara kaşına kara gözüne değilim hiç bir takımın. Kusura bakılmasın.

16) Kaiserslautern

Listemize bu sezon 16. sıradan girmesini veya en azından bu civarlarda olmasını beklediğim bir takım Kaiserslautern. Şaşırtıcı gelebilir, normaldir. Kesin düşerler demiyorum zaten. Düşme potasını canlı tutacakları listesini açıkçası 6-7 takım olarak düşünüyorum ki Bundesliga gibi bir lig için normal bir rakam.

En büyük kayıpları hiç kuşkusuz Hırvat forvet Lakic. Geçen sene Ocak ayındaki transfer döneminin son günü, Steve McLaren yönetimindeki Wolsfburg kapmıştır ki, ironiktir, McLaren çok istediği bu oyuncu ile çalışma fırsatını bulamayacağını bilmeden, aklını çelip aldırtmıştır. Lakic deyip geçmemek lazım, gerçekten pozisyonunda bence Bundesliga’da oynayan iyi oyunculardan bir tanesi kendisi. 3 sezonluk Kaiser sezonuna 70 maçta 31 gol sığdırmayı başarmıştır. Transferinin açıklanmasından sonra Lakic müthiş salmış ve Ocak ayından Mart ayına kadar bana bu kulüp üzerinden ciddi oranda kazanç sağlamıştır bahis dünyasında. Bu açıdan saygım da bir kat fazladır kendisine. Şakayla karışık, o dönem 9 maç galibiyeti unutmuş bir takımdı Kaiserslautern. Yumurta kapıya dayanınca ve lig ile ilgisi kalmayan takımların da salmasıyla rahat rahat son maçlarını kazanıp ligi 7. sırada bitirdi geçen sene. Bu sene aynı şeyler olur mu, bekleyip görücez. Yalnız kadrosal olarak biraz darboğazda oldukları kesin.

Yeni düzende Lakic’in yerini Nemec’in dolduracağı gözükse de, onun da geçtiğimiz günlerde yaşadığı sakatlık nedeniyle 3 ay kadar sahalardan uzak olacak olması planları alt-üst etmiş olabilir. Beşiktaşlıların gönlünde yeri bir ayrı olan, takım menajeri Kuntz’dan Ağustos sonuna kadar hamle beklemek mantıklı bu açıdan. Sezon başı transfer döneminde bonservisle oyuncu almak yerine kiralama yolunu tercih ettiler. Bu uğurda Duisburg’ta daha önce 1 sezon forma giymiş Dorge Kouemaha‘yı kiraladılar ki en kariyerli transfer kağıt üzerinde bu isim olarak gözüküyor. Pozitif olalım biraz ve o 1 yıllık tecrübenin biraz yardımı dokunacaktır diyelim ama nereye kadar. Şahsi görüşüm, forvet oyuncu kısırlığı takımı derinden etkileyecektir.

Beyaz saçları ve yeri gelince yaptığı agresif hareketleriyle cool hocalar arasında Bundesliga’da yeri sağlam olan Marco Kruz ile yola devam kararı aldılar. Lakic hariç takımın iskeleti korunsa da iyi bir transfer yapamamaları, forvette sıkıntılı bir durum yaratacaktır gibi duruyor. Gerçekçi olmak gerekirse geçen sene çok ilginç bir sezondu. Bremen, Stuttgart, Schalke, Hamburg gibi kafa takımların tamamının aşırı derecede zorlandığı, 2009 şampiyonu Wolfsburg’un son haftada 2. Lig kapısından döndüğü bir sezonda gelen lig derecesi yanıltıcı sonuçlar yaratabilir diye düşünüyorum. Herşeye rağmen kendi evinde kolay maç kaybetmeyen, hatta yeri geldi mi sağlı sollu ataklarla rakipleri dağıtan bir takım. Magath’ın Schalke’sine 5 atmaları dün gibi aklımda geçen sezon. Maalesef bu sezon kendilerini potadaki mücadelede göreceğimi düşünüyorum. Son olarak ülkeyi ilgilendirebilecek bir gelişme olarak Duisburg’tan güzel bir Türk-Alman ortak çalışması olan Olcay’ı aldılar. Genç yetenek olarak adledilir mi bilemiyorum ama yaşı 24. Tecrübeli sınıfına soktum bile. Rotasyon için güzel hamle, hakkını veririm.

15) Köln

Futbol delisi bir kent, futbolla yatıp kalkan taraftarlar, her sene büyük beklentilerle girilen sezon ve bitmek bilmeyen hayal kırıklıkları.. Köln’ün kısa özeti budur. Alt maddeye geçebilirsiniz buradan.

Tabii ki bu işin esprisi ama Köln kadar garip bir futbol takımı görmedim hayatımda. Taraftarın tutkusu ve aşkı bir takıma bu kadar mı fazla yansır bazen karar veremiyorum. Türkiye şubesi yüksek ihtimalle Trabzonspor’dur. Köln’ü izlerken veya incelerken hep aynı düşünceye kapılıyorum. Kendi çaplarında müthiş yetenekli oyuncular, fakat bir o kadar da başlarına savruklar. Kalecisinden forvet hattına kadar hikayesi olan adamlarla dolu bir takım. Rensing, Novakovic ve Podolski hep hikayeleri olan ve Alman basınının gündemini dolduran oyuncular.

Ciddi bir transfer hamlesi yapmamaları çok şaşırtıcı oldu. Geçen sezonun başında müthiş defansif bir strateji ile oynuyorlardı Hırvat hoca Zvonimir Soldo ile birlikte. Devre arasında Frank Schafer geldi ve Novakovic’i tekrar hatırladılar. Bir anda atak gücü yüksek bir takım olup müthiş gollü maçlar izlettiler bize. Geçen sezonu Schaefer’den sonra gelen Finke’yi de eklersek, sezonu 3 teknik direktörle kapatmalarına rağmen çözülemeyen tek sorunları anlık konsantrasyon kayıpları ve bu esnada yedikleri goller. Almanya'da üst diyen bütün bahisseverlerin bu algıyı aldıkları takımdır bence Köln. Bir maçları olaysız geçmez, ya hüsran ya zafer.

Yeni sezona şaşırtıcı bir teknik direktör tercihi yaparak giriyorlar. Kopenhag’dan Stale Solbakken’i takımın başına getirdiler. Belki şampiyon olamadılar ama Şampiyonlar Ligi'nin en sempatik takımlarından birini yaratarak geldi Almanya'ya Solbakken. Yabancı antrenörlerin uyum sağlamakta zorluk çektiği bir ligde, belki de Bayern’den sonra çalıştırılabilecek en zor camianın başına geçti. Takım içi disiplin sağlanabilirse, birçok şeyin değişebileceği bir kulüp Köln. Bu disiplinsizliğe ek olarak geçen sene çok fazla sakatlık da yaşadıklarını belirtmek lazım ama kötü sonuca bahane üretmekten öteye pek geçmez sakatlık detayı. Kişisel görüşüm takım içindeki kimya bozukluğunun yine Köln’e çok şey kaybettireceği yönde. Umarım sene sonu buralarda görmem bu takımı.

14) Gladbach

Öncelikle belirtmek lazım, bu takım o kadar yeteneksiz adamlardan oluşmuyor. Geçen sene yaşadıkları play-off heyecanı bu gözlerin gördüğü en ilginç mücadelelerden biri olarak kayıtlara geçmiştir. İki sonraki sırada yazacağım takım, kalbimde ve mantığımda play-off’u anasının ak sütü gibi hak eden takımdı ama kader ağlarını emekçi futbolun güzel temsilcisinin başına ördü, endüstriyel futbol yerine. Kişisel görüş olarak, playoff noktalarına gelmelerinin nedeni; dışardan ne kadar yetenek yuvası ve iyi düzeyde oyuncuların top koşturduğu bir takım olarak gözükse de, içeride müthiş bir uyumsuzluğun hakim olması Gladbach’ta. Sanki bütün takım ayrı kafalarda ve kendilerine yaşıyormuş gibi bir halleri vardı geçen sezon. Arjantinli Bobadilla, Belçikalı Camargo ve Kamerunlu Idrissou ile güzel bir forvet hattına sahip Gladbach fakat bu takım için futbol uluslararası bir dil olamadı geçen sezon. Bireysel olarak Türkiye’de herhangi bir takımda çok rahat oynacak adamlara sahip Gladbach: Reus; ki kendisi en tuttuğum yetenek adaylarından, Amerikalı Bradley; ki kendisinin adı bir dönem Galatasaray ile anılmıştı ve stoper Dante; belki Barcelona kalibresinde değil ama Gladbach için önemli bir oyuncu, önde gelen oyuncular arasında sayılabilir. O kadar da kötü değiller kısaca ama bazı şeyler olmayınca olmuyor.

Biraz daha düşünmeye başladıkları, en azından daha akıllı transfer hamleleri yapmaya çalıştıkları görülüyor bu transfer sezonunda. Geçen sene yusufçuk şeklinde biten lig sonu ve ite kaka geçtikleri playoff maçları dinamikleri hareket geçirdi takımda. Sol beke FM yıldızlarından İsveçli Oscar Wendt’i getirdiler ve Dortmund’un şampiyonluğundan sonra neredeyse bütün Bundesliga takımlarının izlemeye çalıştıkları transfer politikasını izleyip; transferi genç ama potansiyelli oyunculardan yana kullandılar. Açıkçası bu transfer hamlelerinin zorluğu, izleyiciler ve yorumculara. Kicker, Bild falan bakarken bu kim anasını satayım demekten geceleri uyku girmez oldu. Bu yaşta oturup adama FM yüklettiler tekrar.

Teknik direktör bazında sezon sonuna doğru yaşadıkları kıyımı bir kenara bıraktılar ve yeni sezon için Luciana Favre ile anlaştılar. Atak gücü yüksek olan bu takımın sürekli defansif hocalarla çalışmasına hiç anlam veremiyordum çoğu zaman. Favre hoca atak futbolu benimseyenlerden ve elinde 3 tane tımarhanelik forvetten güzel bir kimya yakalayabilecek gibi duran biri ilk intiba olarak. Lakin 3’lünün pis olması ve takım olarak gol atma yetenekleri ara ara müthiş zorlanmaya başlaması Gladbach’ın lig pozisyonu hakkında belirleyici oluyor. Bakmayın böyle naif durduğuna, Bundesliga’nın en köklü camialarından ve en ateşli taraftar grupların birine sahip takımlardan biridir Gladbach. Düşme potası ile orta sıra arasında gidip gelecektir diye düşünüyorum ama son kararı forvet hattı verecektir bu takımın, başka kimse değil.

13)Hertha Berlin

Türk futbol izleyicisinin anılarında yeri sağlam olan takımlardan Hertha Berlin. Galatasaray mağlubiyetinin ardından düştükleri kaostan bir türlü çıkamadılar. İkinci ligin yolunu tuttuktan sonra geçen sancılı yılı, tekrar Bundesliga’ya geri dönerek bitirdiler. Spor basını tadında yazmak gerekirse bu sene amaçları Bundesliga’da kalıcı olmak.

İkinci lig maceraları zorlu geçti. Hiç unutmuyorum, bahis tüyolarında müthiş formda olduğum Bundesliga aylarından birinde, torinolu yazarlarının büyük bir kısmı ile evde takılırken, “Beyler Hertha bu gece kesin alıyor, varınızı yoğunuzu ortaya koyun” lafımın ardından, topluca ciddi bir miktarda para gömdüğümüz ve bu uğurda rojadirecta’dan maçın linkini bulup, 90 dakikayı izlediğimiz bir takım kendileri. O zamanlar bir hayli formda olan ve gözü kapalı kasa basılan Hertha; maçı ite kaka 0-0 tamamlayarak, bahis dünyasında belki de zirveye çıkacak ismimi durdurmuş ve bu şekilde tarihte yerini almıştır. Acı vericidir bundan 2 ay sonra yine ortaklaşa yapılan 1’e 1000’lik bir kuponda, çaktırmadan yazılmış bir şekilde kendileri vardı ve bir kez daha berabere kalarak, “noldu Hertha, Bundesliga uzmanı” gibi kötü, çirkin ve ırkçı saldırılara maruz bırakmıştır beni.

Açıkçası Bundesliga’ya çok uygun transferi yaptılar bu sezon. Bayern’de bir türlü bekleneni veremeyen Ottl ve Neuer gelince ıskartaya çıkan Kraft, Hamburg’tan taze milli Tunay Torun, Werder Bremen’den savunmaya tecrübeli isim Peter Niemeyer ve yine Bundesliga tecrübesi fazla Maik Franz hamleleri ile her noktaya yatırım yapmış oldular. Takımın teknik direktörlüğünü ise 90’larda futbolu takip eden bir çok kişinin hafızasında olan Marcus Babbel yapmakta.

Hedefleri çok açık ve net Hertha Berlin'in. Bunu hemen hemen bir çok yerde belirtiyor idari ve teknik ekip: "Bundesliga’da kalıcı olmak". Bundesliga kökenli oyuncular aldılar ve bu sayede 2.ligden çıkan takımın kimyasıyla fazla oynamadan bir kademe ilerletmiş oldular. Tabii transferlerin bir çoğunun spor dünyası tabiriyle “at his prime” dönemini atlatması ve iyi bir oyuncu olabilir beklentileri ile geçirdikleri yıllarda gerekli cevabı verememeleri işleri zorlaştırıyor. Arkalarında çok ciddi bir taraftar desteği olan ve ikinci ligde 70 bin kapasite ile oynayan bir takım olduğunu hatırlatmakta fayda var.

12) Hoffenheim

Peri masalının sonlarına doğru geliyorlar gibi bir hissiyatım var bu takım hakkında. Geçen sezon ocak ayında Luis Gustavo yüzünden başlayan gerilim, takımı alt liglerden alıp buralara getiren Ralf Rangnick’in istifa etmesine sebep olacak derecede olaylara yol açmıştı. Zeki ama bir o kadar cimri başkan Dietmat Hopp’un Ralf Rangnick’ın gidişinin ardından; “Rangnick ile yolları ayırıyoruz çünkü hayalleri bizim ona vereceğimizden çok yukarıda” açıklaması, benim bu kulüp hakkında zaten az olan olumlu düşüncelerimi daha da sıfıra yaklaştırdı. FM sevdalılarının en beğendiği kafa yapısı ile hareket eden bu kulübün başkanı, futbolda da büyüme, açılma ve başarı yerine kar etme mantığı gütmekte. Gustavo’ya Bayern’in yaptığı 15 milyon euro’luk teklifin sezon ortasında apar topar kabul edilmesinin zaten başka bir açıklaması yoktu. O Gustavo ise Hoffenheim’in adeta atardamarıydı. Damar kesildi, yepyeni oyuncular eklendi ve Hoffenheim ikinci yarı bambaşka bir futbol oynayan takım haline geldi.

Bu sezon başına ise bence hiç uygun olmayan bir atama ile girdiler menajerlik koltuğuna. St.Pauli efsanesi Stanislawski takımın başına geçti ki transferi daha lig bitmeden 4 hafta önce açıklandı. Açıkçası bu tarz hareketler çok hoşuma gitmiyor. Bunu St.Pauli kültürüne veya onların tarzlarına bağlayarak söylemiyorum. Aynı düşüncem Leonardo’nun Inter’in başına geçmesi veya Revivo’nun Galatasaray’a transfer olmasında da geçerli. Stanislawski St.Pauli’de ismi olan bir adam. Takımı küme düşürürken başka bir takım ile anlaşmasını kesinlikle onaylamıyorum ve hoşlanmıyorum. Avrupa kültürü böyle ama diyenler mail aracılığı ile temasa geçebilir.

Transfer sezonuna bakarsak, genel olarak normal seyirde geçti Hoffenheim için. Az çok bilinen ve tahmin edilen bir transfer politikası olan bir takım. Ucuza aldığı genç ve yetenekli oyuncuları güzel pazarlaması ile bilinirler. Bu uğurda Stuttgart’tan genç yetenek Schiplock’u transfer ettiler ve zorlandıkları forvet hattına güzel bir ek yapmış oldular. Geleceği parlak olarak gösterilen Zuculini, İtalya seferinden geri döndü ve Gustavo’nun boşalttığı pozisyona geçme mücadelesine başladı.

Ryan Babel twitter’ı biraz daha boşlayıp kafasını futbola verirse belki ufak kıpırdanmalar olabilir Hoffenheim’da. Ne yazık ki geldiğinden beri etkisini pek göremedik Babel’in. Takım olarak Rangnick gittiğinden beri girdikleri sistem buhranını Stanislawski ile atlatabilirler mi, oturup bekleyeceğiz. Gariptir çıkışlarından beri kanım ısınmadı bu takıma. Kimyayı bir türlü yakalayamadık kendileri ile. Yeni sezonda başarılar dilemekten başka yapacak birşeyim yok şu anda.

to be continued...

19 Temmuz 2011

Kadınların Kupası

Ben kadın futbolu izleyicisi değilim, birkaç ünlü isim dışında oyuncuları tanımam, ülkelerin oyun yapılarından pek anlamam. Bayan yerine kadın kelimesinin kullanılmasının da tutkulu bir savunucusu değilim. Hiçbir farkı yok bence. Ancak kısa süre önce tamamlanan ve Japonya'nın sürpriz bir şampiyonluk aldığı dünya kupasını mümkün olduğunca takip etmeye çalıştım. Ve inanır mısınız keyif aldım. Harika futbol oynandığı, müthiş goller atıldığı için değil. Hâlâ kaleciler kalecilikten çok uzak. Hâlâ üst düzey takımlar dışındakilere karşı belli başlı "bug"lar kullanılarak sonuca gidilebiliyor.

Öte yandan ülkemizin erkek futbol ligi ile ilgili yaşanan malum gelişmeler sonrası soğuduk bizim bildiğimiz haliyle futboldan. Ciddi paraların döndüğü bir çok spor profesyonel spor organizasyonunda bu tip şeylerin yaşanabileceği aklımıza geliyordu ve "delil" niteliği taşımasa da gözle görülebilecek kadar net bazı şike ve benzeri endüstri ürünlerini tespit edebiliyorduk. Oysa şimdi iş açığa çıktı ve kafalar fena hâlde bulandı. Dönem dönem komplo teorisi üretme işlerine giren biri olarak (bundan seneler önce batug.com'da çıkan first ever yazım NBA'de dönen bazı dümenler üzerineydi mesela, okuyucu yorumu gibi bir şeydi zaten, kimsenin hatırlayacağını sanmıyorum) sadece Türkiye ligiyle ilgili değil, severek takip ettiğim bir çok ligle ilgili kaygılar taşımaya başladım.

İşte kadın futboluna bu sebepten sardım bir süreliğine. Aşırtma golleri, yapılamayan driblingleri (Marta hariç tabi), topu bir türlü uzaklaştıramayan defansları, altıpas civarına atıldığı zaman kaos yaratan kornerleri görmezden geldiğim an oyundan keyif almaya başladım. Oyunu beceremiyorlar belki ama en azından temiz oynadıklarına dair şüphem yok. Tecrübe gereği yapıldığı iddia edilen ince kural suistimallerine girmiyor kimse, hakemlere yıldızları koruma gibi saçma sapan misyonlar yüklenmiyor, zaman geçirme eser miktarda. Sahadaki futbolcuların başka hiçbir dış faktörü düşünmeden (para, imaj, sakatlık, transfer gibi) oynadığını hissedebiliyorsunuz.

Sonuçlar da olabildiğince adil çıkıyor bu şartlarda. "Futbolun adaleti yok" klişesini sarsıyor. Takım oyununun ne demek olduğunu güzel anlatan, fakat çok bir ismi olmayan Japonya, Almanya gibi bir devi Almanya'da yenebiliyor. Ve bunun tek sebebi daha iyi futbol oynamaları.

İşin yorum kısmına girmeyeceğim, dediğim gibi anlamıyorum. Aklımda kalan bir kaç not var, onları ileterek bitireyim.

- Amerikan'ın kalecisi Hope Solo'yu sanırım artık herkes tanıdı. Zamanında blog yazarlarımızdan Benicio yaptığı listede yer vermişti kendisine. Turnuva boyunca da twitter takipçilerini baya bir arttırmış duyduğuma göre. O ağlayınca biz de ağlamış sayıldık.

- Marta hakikaten inanılmaz bir futbolcuymuş. Hep anlatırlardı da inanmazdım. Brezilya'nın takım performansı ise tam bir hayal kırıklığı.

- Almanya şampiyonluğu en büyük favorisiydi, ama daha en başından eski dominantlıkları olmadığını hissedebiliyordunuz. Yine de şaşırdık tabi. Grup maçlarının ardından 1,80-2,00 civarı oranlarla tüm bahis sitelerinin şampiyonluk favorisi onlardı. Japonya ise yanlış hatırlamıyorsam 9-10 civarı bir şey veriyordu.

- Megan Rapinoe'nun Kolombiya'ya attığı gol sonrası sevinci tüm zamanların en orjinallerinden biriydi sanırım. Tarzı ve futboluyla da favorilerimden biri oldu kendisi. Vakti olan araştırsın, resimlerine baksın, röportajlarını okusun.

04 Temmuz 2011

Jose "Piculin" Ortiz

Dünya basketbolunu biraz takip edenler Jose "Piculin" Ortiz abiyi zorlanmadan hatırlayacaklardır. 24 senelik profesyonel kariyerinde, 15 farklı takımda oynayan ve Porto Riko'yla 3 olimpiyat, 4 dünya şampiyonası gören jöleli, ince taraklı efsane bir abidir.

Buenos Aires'te finaldeki bayrak olayıyla hatırlanacak 1990 Dünya Şampiyonası'nda gelen 4.'lük kariyerinin en önemli turnuvası diyebiliriz heralde. Kupayı kazanan Petrovic'li, Divac'lı, Kukoc'lu Yugoslavya'yı (Ortiz'in 23 sayısı Yugoslavya'nın turnuva boyunca tek mağlubiyetini getirir) ve 3. bitiren ABD'yi (Alonzo Mourning'e karşı, kazandıkları grup maçında 22, uzatmada kaybettikleri 3.lük maçında ise 25 sayı bırakır Ortiz) gruplarda yenip yarı finale çıkan tek namağlup takım olmalarına rağmen Sovyetler'e yenilirler ama Porto Riko'ya dünya şampiyonası tarihlerinin en iyi derecesiyle dönerler.




Tarihin tozlu sayfalarını bir kenara koyup, günümüze dönelim. Ortiz 42 yaşında basketbolu bıraktıktan sonra siyasete atılır ama Hakan Şükür'ün aksine 2008 Porto Riko seçimlerinde hayalkırıklığına uğramış. Kurduğu restoran ve basketbol okulu da batmış. Geçtiğimiz hafta ise bir kez daha manşetlere çıktı Jose abi. Federallerin yaptığı baskında ona ait 218 esrar bitkisi ve biraz cephane ele geçirilmiş. Yani durum ciddi ve 5 ila 40 yıl arasında bir hapis cezasından bahsediliyor. Suç iddianamesi bile internete düşmüş durumda, burayı tıklarsanız pdf'ye ulaşabilirsiniz.

03 Temmuz 2011

Rakibimizi Tanıyalım

Kızlarımız şimdiden çok önemli bir başarı elde ettiler, diyecek hiçbir şey yok. Bugün finaldeki rakibimiz ise Rusya. Görüntü itibariyle maça 1-0 önde başlıyorlar. Öte yandan kocalarını ya da erkek arkadaşlarını güneyde tatile gelmiş bir Rus kızına kaptıran Türk kadınlarının intikamını almak açısından önemli bir fırsat.

Elena Danilochkina: Takımın yıldızlarından. Sempatik gülüşü ile erkeklerimizi çok rahat parmağında oynatır.

Liudmilla Sapova: Mütevazi ve gösterişi sevmeyen bir tarzı var. Hedef Rus'lardan biri değil ama yine de aldım listeye.


Irina Osipova: Baya değişik bir tip. Beğenmeyenleri olabilir, ama dövmeleri olsun, tarzı olsun "ben buradayım" diyen cinsten. Bizim kızlarımızın en sevmediği Rus kızı mantalitesi da bu değil mi zaten?
Ilona Korstin: Göze en hoş gelen basketbolu oynayan oyuncu bu olsa gerek. Zaten ne yapsa göze hoş geliyor. Türk sporseveri de yakından tanıyor zaten kendisini. Fazla söze lüzum yok.

Svetlana Abrosimova: Koyu renk gözleri ve standart bir Rus kızına benzemeyen suratıyla çok fazla rahatsızlık vermez bizim kızlara. Yine de ben uyarayım dedim, ne olur ne olmaz.

Maria Stepanova: Fazla uzun ve fazla güzel. Maria bizim takıma en zorluk çıkaracak oyunculardan biri şüphesiz.