03 Ağustos 2011

Bundesliga 2011-2012 - Episode 2

Kaldığımız yerden, 2. bölümle devam edelim.

To Achieve A Respectable League Position

11) Nürnberg

Geçen sene kapalı bir forumda Bundesliga üzerine tüyolar veriyordum. Bundesliga’da 2. yarı başlamak üzereydi ve ben yerimde duramaz bir haldeydim. Her maçı inceliyor, her maça birşeyler çıkartmaya çalışan deli bir ruh gibi geziyordum ortada. Nürnberg – Leverkusen maçı vardı takvimde. O dönemde de Nürnberg böyle idare etmeye çalışan ama kafasında orta sıralar olduğu belli olan bir takım durumundaydı. Hani bazı takımlar vardır; düşmeyeceğini bilirsiniz, keza şampiyonluğa oynamadığını da bilirsiniz ama kafanızda sürekli bir dürtü; “niye asılsın ulan bu adamlar bu maça?” diye döner durur. Öyle bir takım havasındalardı açıkçası. Leverkusen ise etkileyici kadrosu ve form grafiği ile büyülüyordu bookie’leri. Handikaplar bir hayli yükselmiş olmasına rağmen, seri olarak kazandırmaya devam ediyordu kendisine güvenenlere. Çok düşünmeden Leverkusen’i tek geçtim ve gurur içerisinde foruma post atarak; “haftanın bankosu, oynamayan çok şey kaybeder, oynayan teşekkür eder” gibi bir imada bulundum. Tabii bu ima İngilizce oldu ve Türkçe’deki gibi rahatlıkla yazılmadı. Post’u foruma koymamın üzerinden 5 dakika ya geçti ya geçmedi, Bavyera bölgesinden bir başka tipster: “Bence tamamen yanılıyorsun. Unutma ki Leverkusen her zaman Nürnberg deplasmanlarına ayağı titreyerek çıkar ve her zaman kaybeder.” diyerek cevap verdi. Maçın skoru; Nürnberg 1, Leverkusen 0.

Bence Almanya’nın en orjinal takımlarından birisidir Nürnberg. Alman futbol liglerinin Bundesliga olarak anılmaya başladığı yıldan sonra yaşadıkları tek şampiyonluk 1968 yılında. 33 yıldır şampiyonluğa hasret kalmış olmalarını daha ilginç olan durum ise şampiyonluk yaşadıkları 68 yılından bir sonraki sezon küme düşmeleridir. Acısıyla tatlısıyla hasret kaldıkları bu şampiyonluk yolunda onlara ve Alman futboluna taş koyan en büyük isim, ironik bir şekilde eyalet komşuları Bayern Münih’ten başka kimse değil ne yazık ki. 1968 yılından beri şampiyon olamamasına rağmen, Bundesliga’nın en çok şampiyonluk kazanan 2. takımı ünvanını hala korumakta Nürnberg. Ancak camianın ve taraftarların en bozulduğu durum, şampiyon olamamaktan ziyade Alman futboluna ezeli rakipleri Bayern Munih’in 70’lerden itibaren yön vermesi. Özetle hiç kolay iş değil Nürnberg taraftarı olmak. Hem de hiç kolay iş değil.

Teknik direktörleri Dieter Hecking. Acaip bir insan. Açıkçası çok beğeniyorum kendisini. Fiziki olarak değil yanlış anlaşılmasın, teknik direktör mantalitesi olarak. Olmadık takımlardan, olmadık oyunculardan, olmadık başarılar yakaladığı için ilgimi çekiyor. Geçen sezonun başında sıkı FM’ciler dışında pek bilinmeyen İlkay Gündoğan ile Mehmet Ekici'yi buldu büyüklerin arka bahçelerinden, gözü kapalı yer verdi ilk 11’de bu ikiliye. Hemde hemen hemen her maç. Sonuç mu? Biri Werder Bremen’e temelli transfer olup milli formayı sırtına geçirdi, diğeri Türkiye’yi reddedip, yeni Nuri olmaya Dortmund’a gitti.

Bu 2 yetenekli adamın kaybı etkileyecektir tabii ki takımı ama kayıpların yerini doldurmak için transfer sezonunda bir dakika bile boş durmadılar. Üşenmedim, oturdum hesapladım. Bu sezon yaptıkları 11 yeni oyuncu transferinin yaş ortalaması 20,9. (Ah şu takım Şampiyonlar Ligi'nde oynasaydı da şu cümleyi kullansaydı spikerler) Tamamen genç yeteneklerle doldurdu takımı Hecking. Belki geçmişinden gelen polis kimliği genç oyuncular üzerinde otoriter bir tavır yaratıyordur veya yıldız oyuncularla uğraşmak yerine sürekli yeni yetenekleri futbol piyasasına sürmekten aşırı zevk alıyordur bilemiyorum ama şu açık ve net belli oluyor ki, Nürnberg takımı Bundesliga’nın arka bahçelerini çok iyi takip ediyor. Bu sezon yine yeni yetenekleri piyasa çıkartırlarsa kimse şaşırmasın. Yeni transfer Tomas Pekhart’a dikkat.

10) Bremen

Futbol romantikleri bayılır hikayelere. Hele ki teknik direktörlerinin yıllarca arkasında duran ve imaj olarak “iyi günde de kötü günde de arkasındayız hocamızın” duruşu sergileyen; fakat bugune kadar hiç top 5 dışında kaldıkları görülmemiş camialara hiç dayanamazlar. Herkes sanki kendi anası babasıymış gibi bilir Wenger’in, Ferguson’un ismini. Hemen hemen bir çok yerde yorumcular niye bu ülkeden bir Wenger, bir Ferguson çıkmamasından dert yanar ama kimse bu adamların Almanya şubesi olan Thomas Schaaf ve onun Werder Bremen’ini konuşmaz. Daha acısı hep hor görürler, hatta sorsak belki bilmezler bile. Sanırım bu problemin en büyük nedeni Bundesliga olması. Çünkü ülkenin rating listesinde pazar akşamları zirvede bulunan progamının yorumcularından biri, canlı yayında çıkıp açık açık; “70 milyon içinden bir kişi bulamazsınız, bana Bundesliga şampiyonu Dortmund’un kadrosunu sayabilecek, ben bile sayamam” dediği ve milyonları cebine götürdüğü bir ülkedeyiz ne yazık ki. Kendisine saygılarımı ileterek; listemizin 10. sırasına, Bundesliga’nın en elit ve en seçkin camialarından biri olan Werder Bremen'i koymaktayım.

Teknik direktörleri Thomas Schaaf, 1999 yılından beri bu kulübü çalıştırıyor. Takımı 1999’da küme düşme potasındayken Magath’tan alıp ligde tuttu. Yetmedi, o senenin sonunda Almanya Kupası'nı kazandırdı. 1999-2004 arası, Werder Bremen kalibresi için muazzam bir sistem kurdu, ve onun meyvesini 2004’teki şampiyonlukla kutlamakla kalmadı, sene sonun Almanya Kupası ile dublesini yaptı. İlerleyen dönemine bir Almanya Kupası daha sığdırıp (2006), yeni yapılanmaya doğru takımı eskimeye ve nadasa bıraktı. Başarılarla dolu geçen teknik direktörlük yıllarında bir çok yıldızı dünya futboluna kattı ki, son dönemki en büyük harikası Mesut Özil. Almanya’nın en saygı değer hocalarından biridir Schaaf ve tüm teknik direktörlük kariyeri Bremen’de geçmiştir şu ana kadar. Eğer izin verilirse bu blogda ve ben kafamı rahatlatabilirsem, kendisini anlatmak isterim günün birinde. Konuyu daha fazla dağıtıp, saygı sadece İngiltere'de yok diye saydırmadan önce, Bremen camiasına geri dönmek istiyorum.

Korkunç derecede sıkıntılı bir sezon geçirdiler ki, nerdeyse ilk kez Schaaf bırakacak mı yoksa dedikoduları baş gösterdi. Tüm kalbimle söylüyorum, bütun suç sakatlıklara ve şanssızlığa bağlanabilir, bilakis gerçekçi bir neden olarak sayılmalıdır Bremen’in geçen sezonu için. Takımdaki sakatlık sıkıntısı o kadar büyüktü ki, bir ara yedek kulübesinde 4 kişi oturur durumda olmuşlardı ve bu ilk 11 oyuncularının çoğu yedek takımdan gelen oyunculardı. Takımı sırtlayacak oyuncu tabii ki vardı o dönem, fakat onların da bir çoğu formsuzluk, kart cezaları ve ufak sakatlıklarla bir türlü istenen seviyeye gelemediler. Marko Marin’in formda olduğu ve Pizzaro’nun tam kondisyon oynadığı dönem haricinde, çok sıkıntılı ve bir an önce bitmesini diledikleri bir sezon geçirdiler. O dönemde bile Schaaf takım içi sisteminden taviz vermemek için çok kritik hamleler yaptı. Sakatlıklardan başı dönen Pizzaro’nun ayakta duracak hali yokken, takımın tüm gol yükünü sırtlayan Almeida’yı apar topar Beşiktaş’a yolladılar devre arasında. Bu yaz sezonu yaptığı yeni hamlelerle devre arası başlattığı operasyonun ikinci dalgasını gerçekleştirildi aslında. Kısaca kabuk değiştirmeye geçen sezon başladı Bremen ve bu yaz döneminde ise bu operasyonu daha büyük bir hale getirdiler. Sisteme gösterilen inancın büyüklüğü; koskoca Bremen forvet hattını sakat sakat birşeyler vermeye çalışan Pizzaro ile evlat olsa sevilmeyecek Arnautovic’e teslim etmekle yeteri kadar anlatılıyor kanımca.

Daniel Jansen, Petri Pasanen ve Thorsten Frings gibi kaşarlanmış oyuncuları ile yolları ayırdılar. Dortmund’un şampiyonluğunun ardından moda olan genç yetenek transferleri ile yeni sezona giriyorlar ve Schaaf da transfer listesini çok geniş tuttu bu sezon. 9 yeni oyuncu katıldı bu yaz takıma ve en dikkat çeken isim Frings’in yerine geçmesi kuvvetle muhtemel Mehmet Ekici. Bu transferlere ek olarak bir kez daha klişelere yöneliyorum ve bu sezon en büyük transferlerin takımın içerisinden geleceğini belirtmek istiyorum. Sakatlıklarından dönmesi beklenen oyuncular listesi Naldo, Prödl, Boenisch, Silvestre ve Pizzaro gibi isimleri barındırmakta ve bu eski kuşağın yeni eklenecek isimlerle en erken sürede kaynaşmaları, kurt hoca Schaaf’ın en zor görevi olacak. Yeni yapılanma süreci zaman alacaktır ve şaşırtıcı isimlerin şaşırıtcı çıkışlarına da sebep olacaktır diye düşünüyorum. Gelecek sezonlarda tekrar iddialı bir takım olabilmeleri için çile seneler çekmek zorunda olduklarından, çok büyük beklentilere giremiyorum onlar adına yeni sezonda. Orta sıralar veya Avrupa Ligi pozisyonu için mücadele edecekler gibi bu sezon. Güç bu takıımla birlikte olsun.

9) Mainz

Bir başka hikaye gibi görünse de, aynı hikayenin başka bir versiyonudur Mainz. Tepeden beri okuyanlar için hep aynı şeyleri yazıyor bu adam imajı çizmiş olabilirim ama bu konuda suç tamamen Alman futbol anlayışının. Müthiş bir altyapı sistemi olan bir ülke Almanya. Yıldızlar sürekli yetişiyor ve başka kulüplere bir bir pazarlanıyor. Mainz da bu sektörde yavaş yavaş ekol haline gelmeye başladı gibi inceden. İlk sinyalleri vereli bir hayli olmuştu ama şiirsel geçen 2010-2011 sezonunun ardından, kamuoyuna, bütün bu transfer operasyonlarına rağmen belli bir düzen oturttuklarını, ligi tarihlerinde ilk defa 4. bitirerek bence biraz kanıtlamış oldular.

Teknik direktörleri Thomas Tuchel. Almanya’nın en zeki hocalarından biri olarak tanınıyor kendisi. Her maça başka kadro ve sistem ile çıkarak, Almanya’nın en tahmin edilemez hocası unvanını ele geçirdiği yetmezmiş gibi, teknik direktörlük çıtasını gerçekten bir hayli yukarılara taşımış durumda. Bizim yorumcular çok sever, şu kadarlık takım kafa tutuyor büyüklere diye. O tarzı biraz alarak konuşmak gerekirse; gerçekten Mainz bir hayli ucuz bir bütçe ile sezonu mükemmel bir yerde noktalamıştır. Yine de Almanya’da makasın diğer liglere nazaran biraz daha kapalı olduğunu söylemekte yarar var. Tabii listeden Bayern’i çıkartmak şartıyla. Mucizevi işler yapan Tuchel’in takımı ödül olarak sadece lig 4.lüğü değil, büyük takımlara transfer biletlerini de aldılar. Schürrle, Leverkusen’in yolunu tutarken, sol bek Fuchs, Schalke’nin aradığı isim mi değil mi cevabını vermenin peşinde Ruhr bölgesine doğru yola çıktı. Yine Schalke’den geçen sezon için kiralanan 20 yaşındaki yetenek Lewis Holtby ise, Tuchel’in yanındaki temel eğitimini tamamladıktan sonra, takımına geri döndü.

Bir hayli kısıtlı olan bütçelerini güzel parçalar ekleyerek kullandılar ve eksikleri tamamlamaya çalıştılar. Geçen sezon kiralık olarak oynayan Malik Fathi’nin bonservisini aldılar ilk olarak. Forvet hattında Schürrle’nin boşalttığı noktaya Hamburg’un genç oyuncularından Choupa-Moting’i eklediler. Görüp görebileceğim en mükemmel futbolcu isimlerinden birine sahip olan Avusturyalı orta saha Julian Baumgartlinger de bu yaz sezonunda Mainz’a katılanlar arasında. En çok parayı ise Lillestrom’un Nijeryalı gol makinası Anthony Ujah’a verdiler. Çok dediğime bakmayın, sadece 2 milyon euro ödediler bu transfer için. Milyon dolarları döken Türk futboluna saygılarla.

Dediğim gibi kestirmesi en zor takımlardan biri Mainz. Bir bakmışsınız küme düşme potasında, kafanızı soldan geçen kıza bakmak için çevirip, 5-10 dakika dalıp gittikten sonra tekrar geri döndüğünüzde liderlik koltuğunda görebileceğiniz bir takım. Tuchel’in beyin yıkayıp, müthiş sistemlerini test ettiği güzel bir camia. Maçları çoğu zaman sıkıcı geçse de, skor avantajını yakalamak için çılgın ama müthiş zeki bir şekilde saldırdıkları anlarda tadından yenmez hale geliyor Mainz maçları. Teknik direktörünün tribüne megafonla gelip taraftarı kudurttuğu bir takım, her zaman sempati yaratır gibime geliyor futbolu sevenler arasında. Orta sıralar ile Avrupa Ligi noktaları arasında gidip geliceklerdir diye düşünüyorum bu sezon için.

http://www.youtube.com/watch?v=OUWAcwVY6YE

8) Stuttgart

Hiç dallandırmadan konuya girerek, dünya kamuoyundan ve ileri gelen üniversitelerden bu takım hakkında ciddi bir araştırma talep ediyorum. Modern futbol tarihi bu kadar teknik direktörü kıyımı gören başka takım çok rahatlıkla görür ama her teknik direktör kıyımından müthiş başarılar yaratan takım başka göremez. Herşeyin başı olan Trappattoni’yi de dahil ederek, kronolojik olarak bu sırayı Wikipedia’nın sponsorluğunda vermek istiyorum;

Giovanni Trappattoni – 17 Haziran 2005 - 9 Şubat 2006; takım dibi gördü ve kovuldu.

Armin Veh – 10 Şubat 2006 – 23 Kasım 2008; Trappattoni’nin yerine geçti, düzeni sağladı, 2007 Bundesliga şampiyonluğu + Almanya Kupası’nı kazandı. Stuttgart ikinci yarı mucizelerini başlatan isim olarak tarihe geçti. 2008’de takım dibi görünce, kendini kapı önünde buldu.

Markus Babbel - 23 Kasım 2008 - 6 Aralık 2009; Veh’in dipte bıraktığı takımı ikinci yarı şaha kaldırıp, 6. sıraya kadar yükseltti. Kader onun da yakasını bırakmadı, bir sonraki sezon dibi görünce, boynunu eğdi, yenilgiyi kabul etti.

Christian Gross – 6 Aralık 2009 - 13 Ekim 2010; yine dibi gören Stuttgart’ı o da şaha kaldırdı. İkinci yarı kendinden geçen Stuttgart, sezonu 3. bitirip, Şampiyonlar Ligi vizesini aldı. Takım oyuncuları klasiği bozmak istemediler. İlk 8 haftda 1 galibiyet 7 mağlubiyet alıp, Gross’a güle güle dediler.

Jens Keller – 13 Ekim 2010 - 12 Aralık 2010; Stuttgart yönetimi ödediği tazminatlardan sıkılmış olacak ki; bu sefer B takımdan Jens Keller’i getirdi Gross’un yerine. İlk 3 maç kıpırdanma olsa da; macera uzun soluklu olmadı.

Bruno Labbadia - 12 Aralık 2010 - ?; Geçtiğimiz sezonun ortasından beri görevinin başında. Takımı şaha kaldırdığı söylenemez. İyi niyeti ortada ama yeter mi bilinmez.

Teknik direktör matematiğini tamamladığıma göre transferlerden bahsedebilirim. Şampiyonlar Ligi'nde mucizeler yaratan Kopenhag'ın göze batan orta saha oyuncularından William Kvist, sakatlıklardan dolayı gözden düşen Dortmund’lu Tamas Hajnal ve geçen sezonun Bundesliga 2 süprizi Augsburg’tan sol açık Ibrahima Traore ile anlaştılar bu yaz. Transfer hareketlerinin büyük yıldız hamlesinden çok, rotasyon amaçlı olduğunu hatırlatmak da fayda var. Çok ciddi bir oyuncu kaybı yaşamadılar ve geçen seneki kadro, rotasyon adamları hariç, sapasağlam yerinde duruyor.

Dünya üzerinde bu kadar birbirine bağlı oyuncuların bulunduğu ve başarının teknik direktöre bağlandığı takım azdır. Yeni sezondaki beklentim, Labbadia’nın Ekim & Kasım dönemi ayrılması ve yerine gelecek yeni isimle zirveye doğru yolculuğa geçmeleri. Sevenlerine sabır diliyorum.

7) Hamburg

Bu transfer sezonunda, yaptıkları hamlelerin bir çoğunun altına imzamı rahatlıkla basacağım bir takımdır Hamburg. Herşeyden önce bir Süper Lig takımı gibi davranmayı bıraktılar sonunda ve ellerindeki bütün dinazorlardan kurtuldular. Nistelrooy, Ze Roberto, Rost ve Mathijsen (yaş ortalaması 36 olabilir, hesap yapmadım) kulüpten ayrıldı. Bu isimlere ek olarak yetenekli ama sorumsuz oyuncular kontenjanıyla kadroda bulunan Trochowski ve Pitroipa ile de yollar ayrıldı. Artık Oenning hocanın elinde; genç, dinamik ve cıvıl cıvıl bir takım bulunmakta.

Oenning de Bundesliga’yı saran virüse kapıldı ve bu yaz transferi ortalama 20 yaş seviyelerinde tuttu. Zaten bu sezon Bundesliga maçlarında oyundan çıkan her oyuncudan ortalama 15 km koşu bekler durumdayım. Her takımın kadrosu acaip genç ve Almanlar dünya futboluna yepyeni bir anlayış kazandırmanın arefesinde gibi bir hareketlenme içindeler.

Forvet hattından, defansa kadar genç ve yetenekli oyuncularla kurulu bir takım Hamburg. 33 kişilik dev bir kadroya sahipler ve bu kadronun en güzel özelliği yaş ortalaması olarak gitgide gençleşiyor olması. Altyapı adeta fabrika gibi, duman üzerinde sürekli tütüyor. Göze batan yaz sezonu hamlelerine Gökhan Töre ile başlayabiliriz. Chelsea’nin rezerv takımında eğitimini tamamladı ve A takım seviyesi için yeterli görülmemiş olacak ki, 1 milyon euro karşılığında belki de gelebileceği en doğru takımlardan birine transfer oldu. Bazen bu tür gurbeçi oyuncuların 3 büyüklere gelmemesinden dolayı mutluluk duyuyorum. Art niyet aranmasın, sadece Bundesliga’nın gençlere verdiği önemden dolayı böyle bir düşünce yapısına sahibim. Büyük umutlarla üç büyüklere gelen onlarca yetenek adayının çöküşü, hala kapalı gişe oynayan filmlerinden ülke futbolunun.

Diğer transfer hareketlerini tek bir çatı altında toplamak istersem, hata yapmam diye düşünüyorum. Bu çatı da Veh’le yıldızı bir türlü barışmayan ve kiralık olarak gönderilen oyuncuların; Veh’in eski asistanı, şimdilerde ise Hamburg’un teknik direktörü olan Oenning tarafından affedilip tekrar kadroya katılmasından ibaret. Bu listenin en göze batan ismi de şüphesiz PSV’deki sürgün sezonunu tamamlayan İsveçli forvet Marcus Berg. Söylemeden geçmemek lazım, en pahalı transfer olma gururunu ise Chelsea’den gelen İngiliz savunmacı Michael Mancienne’e hediye ettiler.

Takım, Veh’in gidişinden sonra göze hoş gelen ve çok keyifli maçlar çıkartıyordu sezonun geri kalan kısmında. Kişisel görüşüm net, şampiyonluk büyük hayal. Lakin bu genç yeteneklerin ilerleyen dönemlerinde ne seviyelere çıkacaklarını kestirmek için Nostradamus’tan öte bir görüşe sahip olmak gerektiğinin de farkındayım. Oturduğun yerden yazmak kolay pezevenk dediğinizi duyar gibiyim ne yazık ki. Şüpheye düşmeye gerek yok, sene boyunca Avrupa Ligi kovalamacası içinde kendilerini bulacaklardır.

6) Hannover 96

Ocak ayı Bundesliga arasında ülkemizi en çok ziyaret edip, Türk takımlarının en çok test yaptığı takım listesinde kafaya oynayan takımdır Hannover 96. Doğru isim ve sistemle çalışmanın en güzel karşılığını alan takımlardandır ayrıca Almanya’da son senelerde. Birazdan sayacağım isimleri, kimse süper ligimizdeki büyük takımlara yakıştıramaz. Ancak elin oğlu yeri geldi mi Bundesliga’da normları değiştirecek bir takımı çok rahat yaratmakta bu isimlerle. Tıpkı Perez ve Fluerquin'li Galatasaray ile harikalar yaratan Lucescu gibi. Bazen futbol böyle sıradışı olaylara ev sahipliği yapmaktan, bizler de onu izlemekten keyif alıyoruz.

Teknik direktörleri, Bundesliga’yı yakından takip edenlerin iyi tanıdığı bir isim olan Mirko Slomka. Ralf Rangnick'in Schalke’de yardımcısıydı ve Rangnick kovulduğunda süpriz bir şekilde kulübün başına getirilmişti. Olağanüstü geçen sezonun ardından Schalke ligi 2. sırada bitirdi ve Avrupa Ligi'nde yarı finale kadar çıktı. Ertesi sezon herşeyin daha güzel olması beklenirken, anlamsız bir şekilde yönetimle ters düşüp, kendisini kapı önünde buldu. Hayata küsüp, evine kapanmış bir haldeyken, koşar adım kümeye doğru yol alan Hannover’in başına geçti ve takımı zar zor 1 puanla kümede tutmayı başardı. Hikayede buraya kadar herşey normal seyrederken, yaşanabilecek en abuk olaylardan biri oldu ve bir önceki sezon 1 puan farkla zar zor ligde tuttuğu takıma yaptığı 2 ufak takviye ile kulübün Bundesliga’yı tarihinde ilk kez 4. sırada bitirmesini sağladı. Futbolu diğer bir taraftan inceleyen okuyucular için şu dipnot verilebilir ki, yedek kulübesine kot pantolonlu teknik direktör imajını getiren adamdır kendisi .

Bu transfer sezonunu yine diğer kulüplere nazaran daha az hareketle kapattılar. En önemli ve isimli hamle, Slomka’nın Schalke dönemindeki talebesi sol bek Pander. Geçen sezon boyunca en zayıf karnı olarak duran sol bek pozisyonuna güzel bir opsiyon olarak eklendi Pander. Takımdan ayrılan isimler de direkt olarak takımı etkileyen oyuncular değil. Aralarındaki en ciddi isim, Twitter’da takip ettiği mankenlerle göze batan Mikail Forssell.

Kişilerin yıldız olmaması ve takım halinde bir bütün olarak bu sonuçları almaları, Slomka’nın transfer sezonlarını iki-üç yamayla geçirmesine yol açmakta. Zaten bu takım oyunu başarısı, takımın 4. sıralarda ligi bitirmesine neden olsa bile, bireylerin değerine büyük bir değer katamadığından, transfer sezonunda da kulüp kendisine ciddi bir gelir kaynağı yaratamamakta. Bunun bilincinde hareket ediyorlar ve transferde kılı kırk yararak, en doğru oyuncuyu almaya çalışıyorlar. 2009’da sessiz sakin kulübe katılan Didier Ya Konan ve bomboş geçen Bayern senelerinin ardından, şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler şarkısıyla sahada ceylan gibi seken Jan Schlaudraff’ın yıldız olduğu bir takımdan bahsediyoruz. Oturup bu takımdan şampiyonluk beklemek hayal gücünün sınırlarını zorlamaktan farksızdır. Fakat "Sezar'ın hakkı Sezar'a"; Bundesliga çapında virüs gibi yayılan gençleşme operasyonlarını, Dortmund ve Mainz ile birlikte çok erken fark edip, bu yönde hareket etmelerinin onlara verdiği geri dönüş, ayakta alkışlanmalıdır kanımca. 1 senelik bir rüzgar olduğuna inanmıyorum bunun. Yeni sezonda kendilerini yine bu seviyelerde göreceğime inanıyorum.

To be continued...