29 Kasım 2008

26 Kasım 2008

Fener'den veda


Selamlar. Fenerbahçe, bu akşamki mağlubiyeti ile gruptan CL'de devam etme şansını sıfırladığı gibi, yoluna UEFA Kupası'nda devam etme konusunda da işini bir hayli zora soktu.

Öncelikle, maç özelinde Fenerbahçe adına yapılması gereken en önemli tespit, takımın hem yönetimsel, hem teknik ekip bazında üretim kısmını düşük notla geçmesidir. Zico'nun yönetiminde gelen çeyrek final, haklı bir gurur kaynağı olarak görülse de, yönetimin şampiyonluğu kaybetme dolmasıyla adamı kovup yerine farklı bir sistemi, benzer oyuncularla oynamak isteyen Aragones'i başa getirmesi ile, göz boyayan bir anı olmaktan öteye geçemedi.


Önce yönetimsel açıdan bakalım. Zico bir süreçten geçiyordu, Türk futbolunun da dikkatle takip etmesi, kanıksaması gereken bir süreç. Son yıllarda, ne alâkâ demeyin, sahada yığılan, zaman zaman vefat eden futbolcuları izledik, görüntüleri duygularımızdan ayırdığımızda da ilk olarak "bu kadar yüksek tempo futbolcuya eziyet" dedik. Mourinho ile tanıdığımız, daha doğrusu başarıya giden yolun haritası olarak benimsediğimiz rotasyon hadisesini, günümüzde birden fazla kupada iddialı olan bütün takımların uygulamaya çalıştığını görüyoruz, takip ediyoruz. Burdan şuraya bağlamaktır niyetim: geniş gibi gözüken, ancak 16-17 futbolcunun yükünü çektiği kadrolar ile, zayıf ya da güçlü, iki ayrı maratonun yükünü kaldırmak mümkün değil. Tıpkı, geçtiğimiz sezon ülkenin en iyi takımı olmasına rağmen, ulusal liginde ikincilik ile yetinen Fenerbahçe gibi.

Fenerbahçe yönetiminin, Zico-Aragones değişikliğini yürürlüğe sokarken, sistem benzerliği, kullanılan oyuncu profili gibi faktörleri gözden geçirdiğini hiç sanmıyorum. Durum ortada zaten, Aragones'in büyük bir hoca olduğundan şüphe etmiyorum, nihayetinde İspanya ile yaptıkları ortada, ancak Zico'nun yarıladığı süreci baştan almak zorunda kaldığı da bir gerçek. Fenerbahçe'nin, CL'nin bütün psikolojik-fiziksel-zihinsel yükünü çeken oyuncularının, ligin temposunu hafife almaktan ziyade, iki mücadele arasındaki dengeyi kurmakta zorluk çektikleri ortadaydı.


İkinci kısım, tabii ki oyuncu bazında. Semih kendini Avrupa Şampiyonası'nda ispat ettiğinde, takımın birinci forveti olmaya göz kırptığında, henüz Güiza Fenerbahçe ile sözleşme imzalamamıştı. Bugün çıkan takımın -Semih ya da Güiza ile forvette- Fenerbahçe'nin en iyi seçimi olduğunu düşünüyorum. Yine de, Vederson-Maldonado-Selçuk-Kazım-Semih/Güiza'dan oluşan yedek hattı son derece yetersiz iki kupada başarı elde etmek için. Aragones yazın yapacağı eklemelerle takımın seviyesini yükseltecektir, ama o seviye yükselmesi bir kenarda dursun, olası 2-3 kötü sonuçta takımın başında kalacağı bile meçhul olan bir adamın, istediği yapıyı kurmaktan ziyade -ki şu ana kadar istikrarlı biçimde deniyor- kısa vadeli başarıları hesaplaması da gayet olası.

Maça gelince, Fenerbahçe tıpkı Uğur Meleke'nin aktardığı gibi, defansı ile birlikte orta sahasını blok halinde hücumun dışında tutması sonucu verimsiz hücum etti. Aragones'in sisteminin işlemesi için orta saha oyuncularının kalitesini yükseltmek gerektiğini bizim mahallenin çocukları da söylüyor artık, ancak en azından İspanya'yı izlerken bayıldığımız pas örgüsünün bu kadar içler acısı bir yüzdeyle uygulanmaması gerekiyor, diye düşünüyorum.

Porto'nun Fenerbahçe'den iki galibiyet alarak gruptan çıkmayı garantilemesi gerçekten trajik. Ülke takımları Şampiyonlar Ligi oynarken kılı kırk yarmamız, içeri-dışarı puan durumlarını hesap etmemiz bu tezatlarla ayrı bir anlam kazanıyor. Şampiyonlar Ligi'nde puan hesabıyla gruptan çıkılır, ancak başarı ya da istikrar söz konusuysa, en azından 10 puanı toplamalı bir takım grubunda. Porto, bu gerçeği yansıtırcasına, sadece dokuz puanla yerini garantiledi. Bizim ise istikrar deyince aynı antrenörle iki sene çalışmaktan daha fazlasını anlayabilmek için çok daha fazla sayıda, içinde Türk takımı olmayan, Şampiyonlar Ligi maçı seyretmemiz şart.

fotolar: fenerbahçe resmi sitesi, espn soccernet

25 Kasım 2008

Borat Pachulia

Hawks -Celtics serisinin altıncı maçı sonundan bir röportaj. I'm very excite!

Anorthosis, Cluj kritik dönemeçte

İzlemediğim maça yorum yapmak istemem, dedim, gelgelelim böyle olmayacak galiba. Geçtiğimiz sezon, özellikle ikinci turdan itibaren Şampiyonlar Ligi’ni kendi bakış açımızla, kâh taraflı, olabildiğimiz kadar subjektif biçimde cover etmeye çalıştık. Bu sezon da, bu blogu açarkenki mottomuzun da baskısıyla, aynı şekilde değerlendireceğiz, Avrupa’nın arenasını.

Şimdilik, sezonun sürprize mahâl vermeyen grupları sadece C ve E gruplarıydı. Sürpriz derken, torba hesabı, sezon başında kadrolara bakarak kafamızda yaptığımız bir sıralamadan bahsediyoruz tabii ki. Man Utd’ın grubunu domine etmesi beklenen bir sonuçtu, tam olarak öyle oldu da diyemeyiz, Villarreal’in an itibariyle rakibiyle puandaş olup, bir de aynı takımı misafir edeceği verilerini elde bulundurarak. Villarreal’in İngiltere dörtlüsü ve İspanyol babalarına göre mütevazı görünen bütçesine rağmen, Sevilla’nın yaklaşır gibi olduğu, Lyon’un ve Porto’nun ısırdığı istikrarı; uzun vadeli kontratları daha seçerek veren ve oyuncu kalitesi anlamında Mati Fernandez, Guiseppe Rossi, Nihat, Gonzalo gibi oyuncuları keşfedebilen bir kimliği sahiplenmiş yapısıyla, üst seviyeye geçişi zorlayacağını tahmin ediyorduk. Yine de, sezona çok kötü giren ve hâlâ da formunu bulamamış Man Utd’ın Madrigal’den nasıl bir sonuçla çıkacağını görmek gerek. Barcelona’nın rahat gittiği grupta ise, Sporting kaliteli kadrosunun meyvelerini toplamaya başlamış gibi, Joao Moutinho ve Helder Postiga gibi kaliteli yerlilerin yanına, Vukcevic, Izmailov, Rochemback, Grimi ve Ninja Derlei gibi isimlerle süslemişler.


Chelsea ve Roma’nın ilk iki sırada rahat olmadığı A grubunda, şok başlangıç Roma’nın Chelsea galibiyetiyle biraz dengelendi, Roma deplasmanda Cluj ile belki de grubun en önemli maçını oynayacak. Cluj ilk maçta Roma’yı deplasmanda yenmiş, gruba da ilk iki torbadan dört puanla başlamıştı, ama Bordeaux’ya karşı sıfır çektiler ve bence gruptan çıkma şanslarını da epey azalttılar. Roma son bir ay içinde biraz toparlandı, Totti’nin sakat sakat oynaması ile takım liderini buldu, Baptista da biraz açıldı. Bordeaux’nun kalan maçlarda puan alacağını sanmam, bu sebeple Cluj’un kazannma zorunluluğu doğdu. Şimdilik Roma ve Chelsea ipi göğüsleyecekler gibi duruyor.

Haftanın bir diğer kritik mücadelesi, Kıbrıs’ta Anorthosis ile Werder Bremen arasında oynanacak. Werder de sezona kötü giren kafa takımlardan idi, ligde daha da düşüşe geçtiler ve şu anda bu galibiyetle girdaptan çıkabilirler. Ama momentumun da, seyircinin de, puan avantajının da olduğu bir ortamda oynayacaklar Anorthosis ile, kazanmak tek çareleri ve şu an için bu sürprizi gerçekleştirecek durumda değiller. Açıkçası, Panathinaikos’a içeride 3-0 kaybettikten sonra bu gruptan çıkmayı hak ettiklerini de düşünmüyorum. Panathinaikos Inter deplasmanında bir mucizeye imza atar mı bilemiyorum, ancak Anorthosis kazanırsa en azından bir puana ihtiyaçları olacak, iddialarını son maça taşıyabilmek için.

D ve F grupları birbirlerini andırıyorlar puan dağılımı bakımından, hatta bana komik gelen bir fark mevcut: D grubunda puanlar 8-8-3-3 şeklinde dağılmışken, F grubunda 8-8-3-1 dağılımı var. Benzer başlangıçlardan Liverpool’un ki pek korkutmadı, Atletico Madrid maçında Gerrard’ın aldığı penaltı güldürdü, eski günleri anımsattı. Liverpool için bu sezon işler tersine dönmüş gibi, CL’de ritim bulamadılar ancak ligde zirve ortağı konumundalar. Atletico Madrid’in sezona girişi hakikaten korkutucuydu ama erken form tutmaları hem ligde, hem de CL’de puan kayıplarını üst üste getirdi. Lyon, iki Steaua galibiyeti ile nefes aldı ve Bayern ile birlikte dört takım gruplardan çıkacak gibiler. Atletico, PSV’yi seyircisiz maçta ağırlayacak, olası sürpriz bir mağlubiyet işleri karıştırabilir, yine de Atletico son haftaya iki puan avantajı ile girecek ve Steaua deplasmanına gelecek.


H grubunda Juventus Real Madrid’i formsuzken yakaladı ve affetmedi, daha doğrusu Del Piero affetmedi. Lippi yine almamış milli takıma ve Del Piero da bu durumu anlayışla karşılamış. Ya bi’ bırakın kardeşimya, neyi anlasın herif, her maç beş tane mi atsın milli takımla son bir turnuva yolculuğu yapmak için. Zaten bu milli takım gençleştirme hadisesini de ezelden beridir anlamadım.

Fenerbahçe iki puan ile grubunda sonuncu ve artık ikinci tura kalması mücize olur.Fenerbahçe son iki maçını, içeride Porto ve dışarıda Dinamo Kiev, kazansa bile, son maçta Porto’nun evinde Arsenal’i yenmesi gruptan çıkmasını sağlayacak, ki bu hafta normal şartlar altında geçerse, Porto’nun bi beden ufak Arsenal’i yenmesi sürpriz olmaz. Bu noktaya işi bırakan takımlardan, sadece gerçek şampiyonlar ve çok iddialı kadrolar kalkabiliyorlar, son yıllarda. Yine de Porto-Fenerbahçe maçı, haftanın kritik maçları arasında üçüncü sıraya konulabilir, Porto-Kiev ekseninde düşünülünce.

fotolar: espn soccernet

Keyifsiz Lig


Dün akşam ve bugün yayınlanan spor programlarında, gazetelerde, internet sitelerinde herkesin şikayeti ligimizdeki futbol kalitesinin düşüklüğüydü. Evet ligin kalitesi düşük ama bunu o hafta atılan gol sayısıyla belirlemenin mantığını çözmüş değilim. 9 maçta atılan gol sayısı 12, peki en kaliteli lig olarak kabul ettiğimiz, izlerken ağzımızdan salyalar döktüren Premier Lig'de durum ne?

10 maçta 15 gol. Üstelik bizdekine benzer bir şekilde Manchester, Liverpool, Chelsea gibi şampiyonluk adayı 3 takım 0-0 berabere kalırken iç karışıklık yaşayan Arsenal, City deplasmanında 3-0 yenildi.

"İşte demek ki Premier Lig de kalitesizmiş" demeye getirmiyorum, konunun gol sayısıyla ilgisi olmadığından bahsediyorum. Haftanın en felaket maçı olarak değerlendirebileceğim Everton-Wigan maçı "bile" bizim 9 maçtan daha eğlenceliydi.

En azından bir tarafta Titus Bramble var...

21 Kasım 2008

İşin şov yönü

Geçtiğimiz sezonun unutulmaz final serisinden haftalar önce Celtics ve Lakers'ın final oynamaya en yakın takımlar olduğundan bahsedilirken ve takımlar turları geçip bu argümanı güçlendirirken, sağda-solda okuduğumuz klasik yorumlar, hakemlerin de bu ikiliye ince ince yardımda dokunacakları yönündeydi zirâ yıllarca süregelen rekabet ve ligin en köklü ve final serilerinde en çok oynamış iki takımının yıllar sonra kapışmasının getireceği rating düzeyinin diğer eşleşmelerle kıyaslanamayacağı düşünülüyordu.

Bu fikrin çok açık şekilde doğru olmasıyla beraber, finale hak ettikleri şekilde ulaştıklarını da belirtmek gerek; ancak belirtmek gereken başka bir doğru da var ki, o da iki takımın da bu finali sunuş ve finale hazırlık açılarından ligdeki diğer 28 takımdan -son yıllardaki final gediklisi San Antonio da dahil- çok daha önde oldukları.

Boston Celtics'in introsunda önce Diddy'nin Come With Me'si ile Lakers oyucuları çağırılıyor, akabinde ışıklar sönüyor ve yayınlanan gaz görüntü üzerine çakılan Requiem for a Dream müziğiyle hazırlıyor, sonra PP'nin çığlığını takiben 50 Cent'in Ayo Technology'si ile oyuncuları anons ediyor.

Lakers final serisine ayrı hazırlanmış, Celtics oyuncuları çağrıldıktan sonra ışıklar sönüyor ve skorbordun etrafından bir perde iniyor, Jay Z'nin Ain't No Love şarkısı eşliğinde Celtics - Lakers serisinin geçmişten günümüze görüntüleri gösteriliyor, yıllardır beklediğiniz final ayağına, sonra da "Right Here, Right Now" yazıyor perdede, sonra perde iniyor ve Lakers oyuncuları çağırılıyor. Perdedeki videoda iki takımın demirbaş objelerini görmek mümkün, eski Boston Garden ve 80'lerin Lakergirls'ü, yani rekabete övgü ve saygı var.

Video: Boston Celtics pre-game intro / Game 1 of 2008 Finals
Video: LA Lakers pre-game intro / Game 3 of 2008 Finals

19 Kasım 2008

Uluç matematiği


1. bölüm,

Aykut Hoca, 'Fenerbahçe maçı kazansın' diye elinden geleni yaptı. Şimdi diyecek ki 'Hıncal ağabey ne alakası var.' Niyeti kötü olmayabilir ama 'bilinç altında neler var' kendi de bilmiyor, ben de bilmiyorum. Pozisyonu yok maç boyu Ankaraspor'un... Son 10 dakikada De Nigris oyuna girdi, 3 gol pozisyonu buldu. O De Nigris nasıl 80 dakika kenarda tutulur? De Nigris, Türkiye'nin en iyi santrforlarından bir tanesi. Sen De Nigris'i kenarda tutarsan Ankarasporlu oyuncu, hocasının niyetinin ne olduğunu anlamaz mı?

- Basit hesap, 10 dakikada üç pozisyon bulan De Nigris, 90 dakikada 27 pozisyon bulup min. üç gol atar, Ankaraspor da böyle bir forvetle kimseye kaybetmez. Öyle ya, Ankaraspor bu formülü nasıl keşfedemedi şaşırmak lazım.

2. bölüm,

Bu G.Saray kadrosundan iki ayrı takım çıkar. Biri İnönü’de Beşiktaş’la oynar, yener. Diğeri Şükrü Saraçoğlu’nda F.Bahçe ile oynar, onu yener. Bu Galatasaray Fenerbahçe'ye fark atar.

Ben öyle demedim. 'Bu Galatasaray Fenerbahçe'ye fark da atar, fark da yer' dedim. Türkiye'de Fenerbahçe farklı kazanır diyen tek spor yazarı da benim.

-
Büyüksün baba.

Yasaklar ve Torino'lu


Sıkıldık... Yasaklara boğulmaktan, dikte edilmeye çalışılmaktan, kısıtlanmaktan, engellenmekten, yasalardan, yöneticilerden. Karartılmaktan, dolayısıyla kararmaktan, dışardan olmaktan. Youtube yasaklanalı 689, blogger yasaklanalı ve dolayısıyla bizim Torinolu'ya son mesajımızı gireli 30 gün oldu, televizyonda programlar yapıldı, gazetelere yazılar taşındı; ancak hâlâ aynı yasa aynı yerde duruyor. Öyle bir ülke ki, kendi kendimizi yasaklama hakkına sahibiz, ya da kıl olduğumuz herhangi birini, bir kaç tık ötede duruyor bu imtiyaz, hem de hayatta önümüze sunulan fırsatların hiçbirinin olmadığı kadar yakınımızda. Komik mi? Değil, ama buna da güldürmeyi başaracak birileri vardır elbette etrafta, bu eleştirileri yapıp sonra aynı yasaya alet olan kurum ve kuruluşların sahnelediği perde perde parodi mi, yoksa bu duruma anlam veremeyen bizlerin çırpınışları mı daha elzem geliyor, bilemiyorum. Alet mi oluyoruz bu oyuna? Bunu da bilemiyoruz, göremiyoruz. Bildiğimiz bir şey var, yasağa karşı mücadele edeceğiz, ama bunun için yazmak doğru mu, değil mi çözemiyorum. Sadece bizim değil, büyük kısmı bir şekilde birbirini tanıyan, okumuş, tüm kısıtlamalara rağmen araştırmayı ve özümsemeyi seven, brbirini destekleyen bir komünü de çürüten bu rezilliğe son vermek için umarım ön ayak oluruz ve birilerini uyandırırız. Torino'lu parodisi ise, kaldığı yerden devam edecek, perde indiğinde aynı yerde kalana kadar.