06 Ağustos 2009

Karışık duygular besliyorum sana karşı

Şampiyonlar Ligi'nin yeni konseptine çok hakim değilim açıkçası, o prosesi tam olarak kavrayamadım henüz. Ama kabaca büyük liglerin yancılarının, küçük liglerin şampiyonlarına bulaşmaması üzerine kurulu bir sistem, ezilenin yanındaki gönül adamları için kulağa güzel geliyor ki, yine kabaca bu durumun grupların eskisine nispeten daha kolaylaşması ve seken takımlarla 2. kupanın biraz daha sertleşmesine yol açabilir.



Şu an oynanan önelemeler de bu kan değişikliğinden etkilenmiş gibi, enteresan skorlar çıkarıyor. Dinamo Moskova'ya karşı Glasgow'da daha maçın başında 1-0 geri düşen Celtic, inanılmaz goller kaçırıp maçı böyle bitirmişti. İlk maçına çıkan Fransız forvet Fortune da, nasıl desem, Senegal maçındaki bir Hakan Şükür'le kıyaslanabilecek son vuruş becerisiyle, Samaras gibi her şartta Celtic'te 11 çıkması gereken bir adamı nasıl kestiğini anlayamadım. Geçen senenin ortasında Nancy'den West Bromwich'e kiralanmış ve küme düşme hattındaki takıma gelen her transfer gibi biraz kıpırtı göstermiş, Fans Player of the Year olsa da, WBA ligi sonuncu olarak bitirip küme düşmüştü. Sınırlı sayıda izlemiş olmama rağmen bana göre Sivas'lı Kamanan'dan hiçbir fazlası olmayan bir oyuncudur. Son 3 senedir West Bromwich'in başında olan Tom Mowbray'in küme düşen bir takımdan, Celtic'in başına gelmesiyle, o da kendini Celtic'in ileri ucunda buldu. Herneyse, ilk maçtan sonra herkes gibi medya da Fortune'u sorguladı ama Mowbray Rusya'da da Fortune'la başladı. 1-0 Celtic önde götürürken maçı, Mowbray nihayet Samaras'ı hatırladı ve 80'de oyuna soktu. 90+1'de artık uzatma hazırlıkları yapılırken, defanstan tamamen uzaklaştırma amacıyla bilinçsiz şişirilen topu ceza sahasının solunda kontrol etti ve hakkaten üst düzey bir son vuruşla, 6 senedir deplasmanda Avrupa kupası maçı kazanamayan Celtic'in turu geçmesini sağladı.
Asıl bomba Romanya'daydı. Son UEFA şampiyonu Lucescu'nun Shakthar'ı, Romen Timişoara'yla eşleştiğinde kimse bir sürprize ihtimal vermiyordu. Lucescu'nun kendi ülkesinin takımını tanımıyor olması veya hazırlıksız olması sözkonusu olamazdı. Timişoara'nın en kariyerli oyuncusu 2002'de Japonya'da bize dramatik bir gol atan Kosta Rika'lı Parks. Romanya'nın kimine göre en ateşli taraftarına sahipler ve başkent Bükreş'ten nefret ediyorlar. Ukrayna'daki maçta Romen Ligi'nin son gol kralı, çalım manyağı veteran forvetleri Gheorghe Bucur'un (isminin hakkını veriyor, boyu 1.70) golleriyle iki kez öne geçmelerine rağmen beraberliği kurtarmıştı Shakthar. Rövanşta da 2.02'lik 87'li kalecileri Costel Pantilimon, yaptığı kurtarışlarla neden Mourinho ve Ferguson'un listesinde yer aldığını bir kez daha göstermiş oldu ve maç Romenlerin kaçırdıkları gollerle 0-0 bitti, Shakthar elenmiş oldu. Bucur hakkaten enteresan bir herif, maç özetlerini izlerseniz hak vereceksiniz.



Bir diğer drama için bu sefer tarihin, eğlencenin ve güzel kızların şehri Prag'a gidiyoruz. Prag muhtemelen elemelerin en şanssız şehriydi. Nasıl mı? Slavia ile başlayalım. Slavia, kuralarda Avrupa'nın muhtemelen en fakir ülkesi olan Moldova'nın şampiyonu Sheriff'i çektiğinde üzülmemişti. Moldova'ya giderken Slavia'nın eksikleri vardı ve berabere biten maçta üzülen Moldovalılar olmuştu. Prag'daki rövanşta Slavia antrenörü Karel Jarolim, ilk maçta savunmada oynattığı 20 yaşındaki yeni transfer Adam Hlousek'i forvete çekti. Normal sürenin sonuna gelindiğinde Hlousek'in golüyle 1-0 öndeydi Slavia. Ama 90+3'te Slavia'nın 87'li orta saha oyuncusu Petr Janda, altıpasın önünde dramatik şekilde ıska geçti topa ve top da arka direkte Slavia'nın ipini çekecek olan Sheriff'in Brezilyalı defans oyuncusu Nadson'un önünde kaldı.

Prag'ın diğer kabusunu ise Sparta yaşattı. Sparta geçen sezon yine Panathinaikos'la eşleşmiş ve elenmişti bu turda. Bu sefer işler daha iyi başlamıştı, Djibril Cisse'yle Pana'nın penaltı kaçırdığı ilk maçı Prag'da 3-1 kazandılar. İlk maçta penaltı kurtaran 36 yaşındaki kaleci Jaromir Blazek tek başına Yunanlara direnmeye çalıştıysa da 3-0 yenilip, elenerek geri döndüler.

Geçen sezon Şampiyonlar Ligi'nin en sürpriz takımlarından biri Belarus şampiyonu BATE Borisov'du. 3 ön eleme turu oynayarak gruplara kalmış ve Zenit'ten deplasmanda, Juventus'tan da her iki maçta da beraberliği koparmışlardı. İçerde Real Madrid'e bile 1-0 kaybetmelerine rağmen direnmişlerdi. BATE'nin bu sefer rakibi, daha sadece 12 yıllık bir kulüp olan Letonya şampiyonu Ventspils'di. Letonya'da ilk maçı daha çok pozisyon bulmasına rağmen 1-0 kaybetti BATE. İkinci maçtada da ilk golü Ventspils atmasına rağmen, geçen seneki gibi tempolu hücumlarla öne geçti BATE ama turu getirecek 3. golü atmayı beceremediler bir türlü, one hit wonder oldular.



Slavia gibi bir hezimeti de Twente yaşadı. Steve McLaren'ın takımı geçen sene Arsenal'e toslamıştı ön elemede. Bu sefer de Sporting gibi yine Şampiyonlar Ligi geleneği olan bir takımla eşleşmeleri şanssızlıktı. Üstelik takımın yıldız golcüsü Avusturyalı Arnautovic de artık Mourinho'nun emri altına girmişti. İlk maçta Lizbon'da sürpriz sayılabilecek bir skor aldı Twente. Daha 24. dakikada 38 yaşındaki kalecileri Sander Boschker, Helder Postiga'yı indirince deplasmanda düşmek isteyeceğiniz en son duruma düşmüşlerdi. Maçın ilk yarım saatinde kaleciniz penaltıya sebep olarak kırmızı kart görüyor. İşte o anda kaleye Liverpool'dan kiralık olarak kadroda bulunan 88'li Bulgar kaleci Nikolay Mihaylov geçti ve Moutinho'nun penaltısını çıkardı. Hatasız bir maç çıkaran Mihaylov sayesinde maça tutunan Twente, maçın sonlarında bulduğu şansları değerlendirse 10 kişiyle Lizbon'dan belki turu getirecekti Hollanda'ya ama 0-0 da içinde bulundukları şartlarda oldukça iyi bir skordu. Mihaylov'dan başka takviyeleri de var elbette Twente'nin. Premier Lig'in büyük kulüplerinde şans bulamayan uluslararası oyuncular için feeder club'lık müessesini başarıyla uygulayan Twente'de Liverpool'lu Mihaylov'dan başka, Chelsea'nin 89'lu Sırp defans oyuncusu Slobodan Rajkovic ve yine 89'lu Slovak hücum oyuncusu Miroslav Stoch da var. Herneyse, rövanşta ilk golü çok erken buldu Twente ki, golü atan 88'li Brezilyalı defans oyuncusu Douglas'a dikkat etmek de fayda var, yakında büyük bir kulübe transferini yapacaktır mutlaka. Mihaylov'a bu sefer fazla iş çıkmamıştı çünkü 1-0'dan sonra golleri kaçıran Twente'ydi. 90+1'de korner kazandı Sporting ve sahadaki diğer genç kaleci Rui Patricio da ileri çıktı bu son şansta. Moutinho korneri kullandı, Patricio topu iyi takip edip altıpasa doğru indirmeyi başardı, topu uzaklaştırmak için ters bir hamle yapan Twente'nin yeni transfer ettiği defans oyuncusu Wisgerhof, istemeden de olsa Mihaylov'un uzanamayacağı bir noktaya yollamıştı topu. Twente ve Wisgerhof için kötü bir sezon başlangıcı oldu böylece.

Evinde 83'te çakma Gullit, Robin Nelisse'ten yediği golle Salzburg'a turu kaptıran Dinamo Zagreb'in ve 0-0'ın rövanşında İsrail'de ilk 15 dakikada 3-0 öne geçmesine rağmen Maccabi Haifa'dan 4 gol yiyip elenen Kazak takımı Aktobe'nin yaşadığı hayalkırıklığı da yine yukarıdakilere eklenebilecek kötü skorlar. Tabi hep elenenin gözünden baktım olaylara, turlayan takımlar için de kuşkusuz unutulmaz maçlar listesine eklenebilecek anlardı bunlar.

Hiç yorum yok: