06 Aralık 2011
05 Aralık 2011
Bundesliga - Epiosode 4 - Title Race
03 Aralık 2011
Bundesliga - Episode 3 - Europe Race
Bence dünya üzerinde gözden en çok kaçırılan ancak sistemiyle örnek alınması gereken birkaç takımdan biridir Leverkusen. Bu gözden kaçırmada zannedersem bugune kadar hiç şampiyon olmamaları çok etkili. Şerefli ikinciliklerin kitabını yazmışlardır tarihleri boyunc. Kaybettikleri sayısız final ve şampiyonluk ile; eski toprak futbol takipçilerinin prensi Hector Raul Cuper’den bile daha loser’dır bu takım. 2000 yılında bir adet beraberliğin şampiyonluğa yettiği bir tabloda, Unterhaching’e Ballack’ın kendi kalesine yazdığı golle yenilip hediye etmişlerdir şampiyonluğu. 2002’de (belki de en acısı) 5 puan farkla girdikleri son 3 haftaya yenilgilerle damga vurup, 3’te 3 yapan Dortmund’a verdiler Bundesliga şampiyonluğunu. Yine o sezon şampiyonlar liginde Real Madrid, Almanya Kupasında ise Schalke 04’e kaybederek, kolay kolay başarılamayacak bir rekoru kırmışlardır. O dönemden sonra ise bir şekilde hep ilk 4 içinde yer alıp, kayde değer bir adet başarı alamamışlardır. Nasıl yazılır bilmiyorum ama kulübün müzesinde son kupa 1992-1993 senesinde aldıkları DFB Pokal. 87-88 Uefa kupası ile birlikte müze duran 2 kupadan biri.
26 Kasım 2011
Duyuru
Profesyonel Basketbol A Takımı oyuncumuz Lamar Odom ile olan sözleşmemiz topu topu 2 saat sürmüş ve büyük bir şansızlık nedeniyle oyuncu eski kulübü Los Angeles Lakers'a geri dönmüştür.
24 Ekim 2011
Hababam Sınıfı Madrid'de
Real Madrid'in hayli şamata yedek kulübesi. Elebaşı Pepe, maskot Marcelo ve Türk şakalarıyla Mesut..
14 Ekim 2011
Eduardo, Twitter & Animatör Gazetecilik
Hakkaten oha.
03 Ağustos 2011
Bundesliga 2011-2012 - Episode 2
Kaldığımız yerden, 2. bölümle devam edelim.
To Achieve A Respectable League Position
11) Nürnberg
Geçen sene kapalı bir forumda Bundesliga üzerine tüyolar veriyordum. Bundesliga’da 2. yarı başlamak üzereydi ve ben yerimde duramaz bir haldeydim. Her maçı inceliyor, her maça birşeyler çıkartmaya çalışan deli bir ruh gibi geziyordum ortada. Nürnberg – Leverkusen maçı vardı takvimde. O dönemde de Nürnberg böyle idare etmeye çalışan ama kafasında orta sıralar olduğu belli olan bir takım durumundaydı. Hani bazı takımlar vardır; düşmeyeceğini bilirsiniz, keza şampiyonluğa oynamadığını da bilirsiniz ama kafanızda sürekli bir dürtü; “niye asılsın ulan bu adamlar bu maça?” diye döner durur. Öyle bir takım havasındalardı açıkçası. Leverkusen ise etkileyici kadrosu ve form grafiği ile büyülüyordu bookie’leri. Handikaplar bir hayli yükselmiş olmasına rağmen, seri olarak kazandırmaya devam ediyordu kendisine güvenenlere. Çok düşünmeden Leverkusen’i tek geçtim ve gurur içerisinde foruma post atarak; “haftanın bankosu, oynamayan çok şey kaybeder, oynayan teşekkür eder” gibi bir imada bulundum. Tabii bu ima İngilizce oldu ve Türkçe’deki gibi rahatlıkla yazılmadı. Post’u foruma koymamın üzerinden 5 dakika ya geçti ya geçmedi, Bavyera bölgesinden bir başka tipster: “Bence tamamen yanılıyorsun. Unutma ki Leverkusen her zaman Nürnberg deplasmanlarına ayağı titreyerek çıkar ve her zaman kaybeder.” diyerek cevap verdi. Maçın skoru; Nürnberg 1, Leverkusen 0.
Bence Almanya’nın en orjinal takımlarından birisidir Nürnberg. Alman futbol liglerinin Bundesliga olarak anılmaya başladığı yıldan sonra yaşadıkları tek şampiyonluk 1968 yılında. 33 yıldır şampiyonluğa hasret kalmış olmalarını daha ilginç olan durum ise şampiyonluk yaşadıkları 68 yılından bir sonraki sezon küme düşmeleridir. Acısıyla tatlısıyla hasret kaldıkları bu şampiyonluk yolunda onlara ve Alman futboluna taş koyan en büyük isim, ironik bir şekilde eyalet komşuları Bayern Münih’ten başka kimse değil ne yazık ki. 1968 yılından beri şampiyon olamamasına rağmen, Bundesliga’nın en çok şampiyonluk kazanan 2. takımı ünvanını hala korumakta Nürnberg. Ancak camianın ve taraftarların en bozulduğu durum, şampiyon olamamaktan ziyade Alman futboluna ezeli rakipleri Bayern Munih’in 70’lerden itibaren yön vermesi. Özetle hiç kolay iş değil Nürnberg taraftarı olmak. Hem de hiç kolay iş değil.
Teknik direktörleri Dieter Hecking. Acaip bir insan. Açıkçası çok beğeniyorum kendisini. Fiziki olarak değil yanlış anlaşılmasın, teknik direktör mantalitesi olarak. Olmadık takımlardan, olmadık oyunculardan, olmadık başarılar yakaladığı için ilgimi çekiyor. Geçen sezonun başında sıkı FM’ciler dışında pek bilinmeyen İlkay Gündoğan ile Mehmet Ekici'yi buldu büyüklerin arka bahçelerinden, gözü kapalı yer verdi ilk 11’de bu ikiliye. Hemde hemen hemen her maç. Sonuç mu? Biri Werder Bremen’e temelli transfer olup milli formayı sırtına geçirdi, diğeri Türkiye’yi reddedip, yeni Nuri olmaya Dortmund’a gitti.
Bu 2 yetenekli adamın kaybı etkileyecektir tabii ki takımı ama kayıpların yerini doldurmak için transfer sezonunda bir dakika bile boş durmadılar. Üşenmedim, oturdum hesapladım. Bu sezon yaptıkları 11 yeni oyuncu transferinin yaş ortalaması 20,9. (Ah şu takım Şampiyonlar Ligi'nde oynasaydı da şu cümleyi kullansaydı spikerler) Tamamen genç yeteneklerle doldurdu takımı Hecking. Belki geçmişinden gelen polis kimliği genç oyuncular üzerinde otoriter bir tavır yaratıyordur veya yıldız oyuncularla uğraşmak yerine sürekli yeni yetenekleri futbol piyasasına sürmekten aşırı zevk alıyordur bilemiyorum ama şu açık ve net belli oluyor ki, Nürnberg takımı Bundesliga’nın arka bahçelerini çok iyi takip ediyor. Bu sezon yine yeni yetenekleri piyasa çıkartırlarsa kimse şaşırmasın. Yeni transfer Tomas Pekhart’a dikkat.
10) Bremen
Futbol romantikleri bayılır hikayelere. Hele ki teknik direktörlerinin yıllarca arkasında duran ve imaj olarak “iyi günde de kötü günde de arkasındayız hocamızın” duruşu sergileyen; fakat bugune kadar hiç top 5 dışında kaldıkları görülmemiş camialara hiç dayanamazlar. Herkes sanki kendi anası babasıymış gibi bilir Wenger’in, Ferguson’un ismini. Hemen hemen bir çok yerde yorumcular niye bu ülkeden bir Wenger, bir Ferguson çıkmamasından dert yanar ama kimse bu adamların Almanya şubesi olan Thomas Schaaf ve onun Werder Bremen’ini konuşmaz. Daha acısı hep hor görürler, hatta sorsak belki bilmezler bile. Sanırım bu problemin en büyük nedeni Bundesliga olması. Çünkü ülkenin rating listesinde pazar akşamları zirvede bulunan progamının yorumcularından biri, canlı yayında çıkıp açık açık; “70 milyon içinden bir kişi bulamazsınız, bana Bundesliga şampiyonu Dortmund’un kadrosunu sayabilecek, ben bile sayamam” dediği ve milyonları cebine götürdüğü bir ülkedeyiz ne yazık ki. Kendisine saygılarımı ileterek; listemizin 10. sırasına, Bundesliga’nın en elit ve en seçkin camialarından biri olan Werder Bremen'i koymaktayım.
Teknik direktörleri Thomas Schaaf, 1999 yılından beri bu kulübü çalıştırıyor. Takımı 1999’da küme düşme potasındayken Magath’tan alıp ligde tuttu. Yetmedi, o senenin sonunda Almanya Kupası'nı kazandırdı. 1999-2004 arası, Werder Bremen kalibresi için muazzam bir sistem kurdu, ve onun meyvesini 2004’teki şampiyonlukla kutlamakla kalmadı, sene sonun Almanya Kupası ile dublesini yaptı. İlerleyen dönemine bir Almanya Kupası daha sığdırıp (2006), yeni yapılanmaya doğru takımı eskimeye ve nadasa bıraktı. Başarılarla dolu geçen teknik direktörlük yıllarında bir çok yıldızı dünya futboluna kattı ki, son dönemki en büyük harikası Mesut Özil. Almanya’nın en saygı değer hocalarından biridir Schaaf ve tüm teknik direktörlük kariyeri Bremen’de geçmiştir şu ana kadar. Eğer izin verilirse bu blogda ve ben kafamı rahatlatabilirsem, kendisini anlatmak isterim günün birinde. Konuyu daha fazla dağıtıp, saygı sadece İngiltere'de yok diye saydırmadan önce, Bremen camiasına geri dönmek istiyorum.
Korkunç derecede sıkıntılı bir sezon geçirdiler ki, nerdeyse ilk kez Schaaf bırakacak mı yoksa dedikoduları baş gösterdi. Tüm kalbimle söylüyorum, bütun suç sakatlıklara ve şanssızlığa bağlanabilir, bilakis gerçekçi bir neden olarak sayılmalıdır Bremen’in geçen sezonu için. Takımdaki sakatlık sıkıntısı o kadar büyüktü ki, bir ara yedek kulübesinde 4 kişi oturur durumda olmuşlardı ve bu ilk 11 oyuncularının çoğu yedek takımdan gelen oyunculardı. Takımı sırtlayacak oyuncu tabii ki vardı o dönem, fakat onların da bir çoğu formsuzluk, kart cezaları ve ufak sakatlıklarla bir türlü istenen seviyeye gelemediler. Marko Marin’in formda olduğu ve Pizzaro’nun tam kondisyon oynadığı dönem haricinde, çok sıkıntılı ve bir an önce bitmesini diledikleri bir sezon geçirdiler. O dönemde bile Schaaf takım içi sisteminden taviz vermemek için çok kritik hamleler yaptı. Sakatlıklardan başı dönen Pizzaro’nun ayakta duracak hali yokken, takımın tüm gol yükünü sırtlayan Almeida’yı apar topar Beşiktaş’a yolladılar devre arasında. Bu yaz sezonu yaptığı yeni hamlelerle devre arası başlattığı operasyonun ikinci dalgasını gerçekleştirildi aslında. Kısaca kabuk değiştirmeye geçen sezon başladı Bremen ve bu yaz döneminde ise bu operasyonu daha büyük bir hale getirdiler. Sisteme gösterilen inancın büyüklüğü; koskoca Bremen forvet hattını sakat sakat birşeyler vermeye çalışan Pizzaro ile evlat olsa sevilmeyecek Arnautovic’e teslim etmekle yeteri kadar anlatılıyor kanımca.
Daniel Jansen, Petri Pasanen ve Thorsten Frings gibi kaşarlanmış oyuncuları ile yolları ayırdılar. Dortmund’un şampiyonluğunun ardından moda olan genç yetenek transferleri ile yeni sezona giriyorlar ve Schaaf da transfer listesini çok geniş tuttu bu sezon. 9 yeni oyuncu katıldı bu yaz takıma ve en dikkat çeken isim Frings’in yerine geçmesi kuvvetle muhtemel Mehmet Ekici. Bu transferlere ek olarak bir kez daha klişelere yöneliyorum ve bu sezon en büyük transferlerin takımın içerisinden geleceğini belirtmek istiyorum. Sakatlıklarından dönmesi beklenen oyuncular listesi Naldo, Prödl, Boenisch, Silvestre ve Pizzaro gibi isimleri barındırmakta ve bu eski kuşağın yeni eklenecek isimlerle en erken sürede kaynaşmaları, kurt hoca Schaaf’ın en zor görevi olacak. Yeni yapılanma süreci zaman alacaktır ve şaşırtıcı isimlerin şaşırıtcı çıkışlarına da sebep olacaktır diye düşünüyorum. Gelecek sezonlarda tekrar iddialı bir takım olabilmeleri için çile seneler çekmek zorunda olduklarından, çok büyük beklentilere giremiyorum onlar adına yeni sezonda. Orta sıralar veya Avrupa Ligi pozisyonu için mücadele edecekler gibi bu sezon. Güç bu takıımla birlikte olsun.
9) Mainz
Bir başka hikaye gibi görünse de, aynı hikayenin başka bir versiyonudur Mainz. Tepeden beri okuyanlar için hep aynı şeyleri yazıyor bu adam imajı çizmiş olabilirim ama bu konuda suç tamamen Alman futbol anlayışının. Müthiş bir altyapı sistemi olan bir ülke Almanya. Yıldızlar sürekli yetişiyor ve başka kulüplere bir bir pazarlanıyor. Mainz da bu sektörde yavaş yavaş ekol haline gelmeye başladı gibi inceden. İlk sinyalleri vereli bir hayli olmuştu ama şiirsel geçen 2010-2011 sezonunun ardından, kamuoyuna, bütün bu transfer operasyonlarına rağmen belli bir düzen oturttuklarını, ligi tarihlerinde ilk defa 4. bitirerek bence biraz kanıtlamış oldular.
Teknik direktörleri Thomas Tuchel. Almanya’nın en zeki hocalarından biri olarak tanınıyor kendisi. Her maça başka kadro ve sistem ile çıkarak, Almanya’nın en tahmin edilemez hocası unvanını ele geçirdiği yetmezmiş gibi, teknik direktörlük çıtasını gerçekten bir hayli yukarılara taşımış durumda. Bizim yorumcular çok sever, şu kadarlık takım kafa tutuyor büyüklere diye. O tarzı biraz alarak konuşmak gerekirse; gerçekten Mainz bir hayli ucuz bir bütçe ile sezonu mükemmel bir yerde noktalamıştır. Yine de Almanya’da makasın diğer liglere nazaran biraz daha kapalı olduğunu söylemekte yarar var. Tabii listeden Bayern’i çıkartmak şartıyla. Mucizevi işler yapan Tuchel’in takımı ödül olarak sadece lig 4.lüğü değil, büyük takımlara transfer biletlerini de aldılar. Schürrle, Leverkusen’in yolunu tutarken, sol bek Fuchs, Schalke’nin aradığı isim mi değil mi cevabını vermenin peşinde Ruhr bölgesine doğru yola çıktı. Yine Schalke’den geçen sezon için kiralanan 20 yaşındaki yetenek Lewis Holtby ise, Tuchel’in yanındaki temel eğitimini tamamladıktan sonra, takımına geri döndü.
Bir hayli kısıtlı olan bütçelerini güzel parçalar ekleyerek kullandılar ve eksikleri tamamlamaya çalıştılar. Geçen sezon kiralık olarak oynayan Malik Fathi’nin bonservisini aldılar ilk olarak. Forvet hattında Schürrle’nin boşalttığı noktaya Hamburg’un genç oyuncularından Choupa-Moting’i eklediler. Görüp görebileceğim en mükemmel futbolcu isimlerinden birine sahip olan Avusturyalı orta saha Julian Baumgartlinger de bu yaz sezonunda Mainz’a katılanlar arasında. En çok parayı ise Lillestrom’un Nijeryalı gol makinası Anthony Ujah’a verdiler. Çok dediğime bakmayın, sadece 2 milyon euro ödediler bu transfer için. Milyon dolarları döken Türk futboluna saygılarla.
Dediğim gibi kestirmesi en zor takımlardan biri Mainz. Bir bakmışsınız küme düşme potasında, kafanızı soldan geçen kıza bakmak için çevirip, 5-10 dakika dalıp gittikten sonra tekrar geri döndüğünüzde liderlik koltuğunda görebileceğiniz bir takım. Tuchel’in beyin yıkayıp, müthiş sistemlerini test ettiği güzel bir camia. Maçları çoğu zaman sıkıcı geçse de, skor avantajını yakalamak için çılgın ama müthiş zeki bir şekilde saldırdıkları anlarda tadından yenmez hale geliyor Mainz maçları. Teknik direktörünün tribüne megafonla gelip taraftarı kudurttuğu bir takım, her zaman sempati yaratır gibime geliyor futbolu sevenler arasında. Orta sıralar ile Avrupa Ligi noktaları arasında gidip geliceklerdir diye düşünüyorum bu sezon için.
http://www.youtube.com/watch?v=OUWAcwVY6YE
8) Stuttgart
Hiç dallandırmadan konuya girerek, dünya kamuoyundan ve ileri gelen üniversitelerden bu takım hakkında ciddi bir araştırma talep ediyorum. Modern futbol tarihi bu kadar teknik direktörü kıyımı gören başka takım çok rahatlıkla görür ama her teknik direktör kıyımından müthiş başarılar yaratan takım başka göremez. Herşeyin başı olan Trappattoni’yi de dahil ederek, kronolojik olarak bu sırayı Wikipedia’nın sponsorluğunda vermek istiyorum;
Giovanni Trappattoni – 17 Haziran 2005 - 9 Şubat 2006; takım dibi gördü ve kovuldu.
Armin Veh – 10 Şubat 2006 – 23 Kasım 2008; Trappattoni’nin yerine geçti, düzeni sağladı, 2007 Bundesliga şampiyonluğu + Almanya Kupası’nı kazandı. Stuttgart ikinci yarı mucizelerini başlatan isim olarak tarihe geçti. 2008’de takım dibi görünce, kendini kapı önünde buldu.
Markus Babbel - 23 Kasım 2008 - 6 Aralık 2009; Veh’in dipte bıraktığı takımı ikinci yarı şaha kaldırıp, 6. sıraya kadar yükseltti. Kader onun da yakasını bırakmadı, bir sonraki sezon dibi görünce, boynunu eğdi, yenilgiyi kabul etti.
Christian Gross – 6 Aralık 2009 - 13 Ekim 2010; yine dibi gören Stuttgart’ı o da şaha kaldırdı. İkinci yarı kendinden geçen Stuttgart, sezonu 3. bitirip, Şampiyonlar Ligi vizesini aldı. Takım oyuncuları klasiği bozmak istemediler. İlk 8 haftda 1 galibiyet 7 mağlubiyet alıp, Gross’a güle güle dediler.
Jens Keller – 13 Ekim 2010 - 12 Aralık 2010; Stuttgart yönetimi ödediği tazminatlardan sıkılmış olacak ki; bu sefer B takımdan Jens Keller’i getirdi Gross’un yerine. İlk 3 maç kıpırdanma olsa da; macera uzun soluklu olmadı.
Bruno Labbadia - 12 Aralık 2010 - ?; Geçtiğimiz sezonun ortasından beri görevinin başında. Takımı şaha kaldırdığı söylenemez. İyi niyeti ortada ama yeter mi bilinmez.
Teknik direktör matematiğini tamamladığıma göre transferlerden bahsedebilirim. Şampiyonlar Ligi'nde mucizeler yaratan Kopenhag'ın göze batan orta saha oyuncularından William Kvist, sakatlıklardan dolayı gözden düşen Dortmund’lu Tamas Hajnal ve geçen sezonun Bundesliga 2 süprizi Augsburg’tan sol açık Ibrahima Traore ile anlaştılar bu yaz. Transfer hareketlerinin büyük yıldız hamlesinden çok, rotasyon amaçlı olduğunu hatırlatmak da fayda var. Çok ciddi bir oyuncu kaybı yaşamadılar ve geçen seneki kadro, rotasyon adamları hariç, sapasağlam yerinde duruyor.
Dünya üzerinde bu kadar birbirine bağlı oyuncuların bulunduğu ve başarının teknik direktöre bağlandığı takım azdır. Yeni sezondaki beklentim, Labbadia’nın Ekim & Kasım dönemi ayrılması ve yerine gelecek yeni isimle zirveye doğru yolculuğa geçmeleri. Sevenlerine sabır diliyorum.
Bu transfer sezonunda, yaptıkları hamlelerin bir çoğunun altına imzamı rahatlıkla basacağım bir takımdır Hamburg. Herşeyden önce bir Süper Lig takımı gibi davranmayı bıraktılar sonunda ve ellerindeki bütün dinazorlardan kurtuldular. Nistelrooy, Ze Roberto, Rost ve Mathijsen (yaş ortalaması 36 olabilir, hesap yapmadım) kulüpten ayrıldı. Bu isimlere ek olarak yetenekli ama sorumsuz oyuncular kontenjanıyla kadroda bulunan Trochowski ve Pitroipa ile de yollar ayrıldı. Artık Oenning hocanın elinde; genç, dinamik ve cıvıl cıvıl bir takım bulunmakta.
Oenning de Bundesliga’yı saran virüse kapıldı ve bu yaz transferi ortalama 20 yaş seviyelerinde tuttu. Zaten bu sezon Bundesliga maçlarında oyundan çıkan her oyuncudan ortalama 15 km koşu bekler durumdayım. Her takımın kadrosu acaip genç ve Almanlar dünya futboluna yepyeni bir anlayış kazandırmanın arefesinde gibi bir hareketlenme içindeler.
Forvet hattından, defansa kadar genç ve yetenekli oyuncularla kurulu bir takım Hamburg. 33 kişilik dev bir kadroya sahipler ve bu kadronun en güzel özelliği yaş ortalaması olarak gitgide gençleşiyor olması. Altyapı adeta fabrika gibi, duman üzerinde sürekli tütüyor. Göze batan yaz sezonu hamlelerine Gökhan Töre ile başlayabiliriz. Chelsea’nin rezerv takımında eğitimini tamamladı ve A takım seviyesi için yeterli görülmemiş olacak ki, 1 milyon euro karşılığında belki de gelebileceği en doğru takımlardan birine transfer oldu. Bazen bu tür gurbeçi oyuncuların 3 büyüklere gelmemesinden dolayı mutluluk duyuyorum. Art niyet aranmasın, sadece Bundesliga’nın gençlere verdiği önemden dolayı böyle bir düşünce yapısına sahibim. Büyük umutlarla üç büyüklere gelen onlarca yetenek adayının çöküşü, hala kapalı gişe oynayan filmlerinden ülke futbolunun.
Diğer transfer hareketlerini tek bir çatı altında toplamak istersem, hata yapmam diye düşünüyorum. Bu çatı da Veh’le yıldızı bir türlü barışmayan ve kiralık olarak gönderilen oyuncuların; Veh’in eski asistanı, şimdilerde ise Hamburg’un teknik direktörü olan Oenning tarafından affedilip tekrar kadroya katılmasından ibaret. Bu listenin en göze batan ismi de şüphesiz PSV’deki sürgün sezonunu tamamlayan İsveçli forvet Marcus Berg. Söylemeden geçmemek lazım, en pahalı transfer olma gururunu ise Chelsea’den gelen İngiliz savunmacı Michael Mancienne’e hediye ettiler.
Takım, Veh’in gidişinden sonra göze hoş gelen ve çok keyifli maçlar çıkartıyordu sezonun geri kalan kısmında. Kişisel görüşüm net, şampiyonluk büyük hayal. Lakin bu genç yeteneklerin ilerleyen dönemlerinde ne seviyelere çıkacaklarını kestirmek için Nostradamus’tan öte bir görüşe sahip olmak gerektiğinin de farkındayım. Oturduğun yerden yazmak kolay pezevenk dediğinizi duyar gibiyim ne yazık ki. Şüpheye düşmeye gerek yok, sene boyunca Avrupa Ligi kovalamacası içinde kendilerini bulacaklardır.
6) Hannover 96
Ocak ayı Bundesliga arasında ülkemizi en çok ziyaret edip, Türk takımlarının en çok test yaptığı takım listesinde kafaya oynayan takımdır Hannover 96. Doğru isim ve sistemle çalışmanın en güzel karşılığını alan takımlardandır ayrıca Almanya’da son senelerde. Birazdan sayacağım isimleri, kimse süper ligimizdeki büyük takımlara yakıştıramaz. Ancak elin oğlu yeri geldi mi Bundesliga’da normları değiştirecek bir takımı çok rahat yaratmakta bu isimlerle. Tıpkı Perez ve Fluerquin'li Galatasaray ile harikalar yaratan Lucescu gibi. Bazen futbol böyle sıradışı olaylara ev sahipliği yapmaktan, bizler de onu izlemekten keyif alıyoruz.
Teknik direktörleri, Bundesliga’yı yakından takip edenlerin iyi tanıdığı bir isim olan Mirko Slomka. Ralf Rangnick'in Schalke’de yardımcısıydı ve Rangnick kovulduğunda süpriz bir şekilde kulübün başına getirilmişti. Olağanüstü geçen sezonun ardından Schalke ligi 2. sırada bitirdi ve Avrupa Ligi'nde yarı finale kadar çıktı. Ertesi sezon herşeyin daha güzel olması beklenirken, anlamsız bir şekilde yönetimle ters düşüp, kendisini kapı önünde buldu. Hayata küsüp, evine kapanmış bir haldeyken, koşar adım kümeye doğru yol alan Hannover’in başına geçti ve takımı zar zor 1 puanla kümede tutmayı başardı. Hikayede buraya kadar herşey normal seyrederken, yaşanabilecek en abuk olaylardan biri oldu ve bir önceki sezon 1 puan farkla zar zor ligde tuttuğu takıma yaptığı 2 ufak takviye ile kulübün Bundesliga’yı tarihinde ilk kez 4. sırada bitirmesini sağladı. Futbolu diğer bir taraftan inceleyen okuyucular için şu dipnot verilebilir ki, yedek kulübesine kot pantolonlu teknik direktör imajını getiren adamdır kendisi .
Bu transfer sezonunu yine diğer kulüplere nazaran daha az hareketle kapattılar. En önemli ve isimli hamle, Slomka’nın Schalke dönemindeki talebesi sol bek Pander. Geçen sezon boyunca en zayıf karnı olarak duran sol bek pozisyonuna güzel bir opsiyon olarak eklendi Pander. Takımdan ayrılan isimler de direkt olarak takımı etkileyen oyuncular değil. Aralarındaki en ciddi isim, Twitter’da takip ettiği mankenlerle göze batan Mikail Forssell.
Kişilerin yıldız olmaması ve takım halinde bir bütün olarak bu sonuçları almaları, Slomka’nın transfer sezonlarını iki-üç yamayla geçirmesine yol açmakta. Zaten bu takım oyunu başarısı, takımın 4. sıralarda ligi bitirmesine neden olsa bile, bireylerin değerine büyük bir değer katamadığından, transfer sezonunda da kulüp kendisine ciddi bir gelir kaynağı yaratamamakta. Bunun bilincinde hareket ediyorlar ve transferde kılı kırk yararak, en doğru oyuncuyu almaya çalışıyorlar. 2009’da sessiz sakin kulübe katılan Didier Ya Konan ve bomboş geçen Bayern senelerinin ardından, şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler şarkısıyla sahada ceylan gibi seken Jan Schlaudraff’ın yıldız olduğu bir takımdan bahsediyoruz. Oturup bu takımdan şampiyonluk beklemek hayal gücünün sınırlarını zorlamaktan farksızdır. Fakat "Sezar'ın hakkı Sezar'a"; Bundesliga çapında virüs gibi yayılan gençleşme operasyonlarını, Dortmund ve Mainz ile birlikte çok erken fark edip, bu yönde hareket etmelerinin onlara verdiği geri dönüş, ayakta alkışlanmalıdır kanımca. 1 senelik bir rüzgar olduğuna inanmıyorum bunun. Yeni sezonda kendilerini yine bu seviyelerde göreceğime inanıyorum.
To be continued...
25 Temmuz 2011
Bundesliga 2011-2012 - Episode 1
Durduk yere gaza gelip böyle bir yazı yazmaya karar verdim. Biraz can sıkıntısı, biraz da yaz aylarının verdiği berbat depresyon havası ve spor organizasyonu eksikliği, insana olmayacak işleri çok rahat bir şekilde yaptırmakta. Ateşi yakan Benicio. Durduk yere “yaz bir yazı da koy bloga” demeseydi herhalde gıkımı çıkarmazdım ve takibe devam ederdim. Karalama yeri olarak görülen buraya az biraz değil, bizzat torpille yazıyor olmak bile gurur verici. Bu şans bir daha geçmez diyerek sayfalarca yazı yazmaya karar verdim ve Avrupa’nın absurd ligi Bundesliga’yı takım takım değerlendirmek istedim.
Tuncay Şanlı gibi, Fenerbahçe’ye sembol olabilecek bir oyuncun 2009 şampiyonu Wolfsburg’a transfer hamlesinin; yıllar önce yaptığı kıçıkırık Middlesbrough hamlesinin gördüğü ilginin %5’ini bile göremediği ve 3 milyon Türk’ün yaşadığı ülkenin ligi olmasına rağmen zerre alaka çekmeyen değişik bir lig Bundesliga. Ntvspor iddaa yorumcularının “bahisçiler uzak durun oradan” diye çağrı yaptığı ve ilginçtir “eğer illa oynamak istiyorsanız sadece üst oynayın” diye tavsiyelerde bulunduğu değişik dinamikleri olan zor bir lig. Sezon öncesi değerlendirmesini yapmayı kendime görev edindim ve elimden geldiği kadarıyla, öncelikle kendimin anlayacağı şekilde anlatmaya çalıştım. Başucu eseri tadında olmasa da, hatta tamamen kişisel görüş dolu olsa da, belki olur da es kaza maç izlemeye kalkacaklar için 2011-2012 Bundesliga rehberi.
İner Misin Çıkar Mısın?
18) Augsburg
Aslında yeni türemiş bir takım değil Augsburg. Geçmişe doğru yolculuğa çıkılırsa, kuruluşları 1907 yılına dayanmakta fakat Bundesliga kariyerleri koskoca bir 0. Tarihlerinde ilk defa burada mücadele edecekler. Uzun yıllar boyunca Bavyera bölgesinde altyapı hizmeti vererek yaşamını sürdürmüş bir takım. Kısaca 2. lig senin, Regionalliga Süd benim şeklinde yıldan yıla, oradan oraya savrulan bir takım.
Almanya’da ilk kez görülmeyen (en son örnek Hoffenheim) zengin koca senaryosuna benzeyen hikaye ile, 2002 yılında lokal bir girişimci olan Walther Seinsch tarafından satın alınıp, biraz elleri para görünce kaderi değişen takımlardan. Tarihleri boyunca en büyük başarı olarak 1993 yılında kazandıkları U19 şampiyonluğunu gösterebiliriz ki, bu şampiyonluk takımın müzesinde duran en anlamlı kupa. O kadar önemli başarıları olmasa da, maçlarını şu anda 30 bin kişi kapasiteli fakat tadilatla 49 bine çıkması planlanan Impuls Arena’da oynamaktalar. Teknik direktörleri ise Eredivisie veya Bundesliga 2 ilgilileri tarafından belki bilinebilecek olan Hollandalı Jus Luhukay. Açıkçası ben yeni duydum bu ismi.
İstatistiği çok severim ama transfermarkt.de’den çakıp çakıp yazmayı pek sevmem. Oturup Bundesliga 2’yi buradan düzenli olarak takip eden biri de değilim. Pazartesi günleri Bundesliga 2 maçı illa olduğundan denk gelmişse izlemiş veya izlememişimdir bilemiyorum ama benim bu takım hakkında görüşüm biraz hafif-siklet kalacaklarıdır Bundesliga’ya. St.Pauli gibi kült özellikleri pek olmayan ve görüntü olarak beylik bir yorumla disiplinleri ile öne çıkan takımlardan. Sezon başı Bundesliga maçlarında üst diyen ezber bahisçilerin favorisi olacaktır bu takım. Bense katı bir savunma sistemi ile oynayacaklarını düşünüyorum bu sezon kendilerinin. Yine de birçok kişiden farkım yok, bana da kapalı kutu. İlk 5 haftada görüşüm netleşir.
17) Freiburg
İçimden bir sesin, sene sonu buralarda göreceksin diye hissettirdiği bir takım kendileri. Sezona ciddi kayıplarlar giriyorlar ve en büyük kayıpları hiç kuşkusuz teknik direktörleri. Yeni kuşağın Bundesliga’da cool isimlerinden Robin Dutt’u Leverkusen’e kaybettiler. Teknik direktör kaybı yetmemiş gibi savunmanın önemli isimlerinden (FM'de Türk takımı çalıştıranların ismini kendi evlatları gibi bilip, ilk fırsatta transfer ettikleri) Türk stoper Ömer Toprak’ı da Dutt ile beraber Leverkusen’e yolladılar. Takımın bir diğer kaybı ise Fransız kaleci Simon Pouplin. Genel olarak oynamıyordu zaten sakatlıktan ötürü ama bilgi olarak bulunsun, serbest bırakıldı bu yaz.
Yeni koç Freiburg II’'den gelen Marcus Song. İlk iş olarak genç takımdan 3 tane filiz çıkartmış A takıma. Transferde ise Ömer Toprak’ın bıraktığı formaya, yeri gelince kendi kalecisi Costanza ile saha içinde kavga etmeyi sorun etmeyen Beg Ferati ile doldurmayı tercih ettiler Basel’den. Öyle aham şaham bir oyuncu değil, fakat İsviçre U21 kadrolarında oynamış, emekçi sayılabilecek 24 yaşındaki bir savunmacı. Pasaportunda Kosova-Arnavut
16) Kaiserslautern
Listemize bu sezon 16. sıradan girmesini veya en azından bu civarlarda olmasını beklediğim bir takım Kaiserslautern. Şaşırtıcı gelebilir, normaldir. Kesin düşerler demiyorum zaten. Düşme potasını canlı tutacakları listesini açıkçası 6-7 takım olarak düşünüyorum ki Bundesliga gibi bir lig için normal bir rakam.
En büyük kayıpları hiç kuşkusuz Hırvat forvet Lakic. Geçen sene Ocak ayındaki transfer döneminin son günü, Steve McLaren yönetimindeki Wolsfburg kapmıştır ki, ironiktir, McLaren çok istediği bu oyuncu ile çalışma fırsatını bulamayacağını bilmeden, aklını çelip aldırtmıştır. Lakic deyip geçmemek lazım, gerçekten pozisyonunda bence Bundesliga’da oynayan iyi oyunculardan bir tanesi kendisi. 3 sezonluk Kaiser sezonuna 70 maçta 31 gol sığdırmayı başarmıştır. Transferinin açıklanmasından sonra Lakic müthiş salmış ve Ocak ayından Mart ayına kadar bana bu kulüp üzerinden ciddi oranda kazanç sağlamıştır bahis dünyasında. Bu açıdan saygım da bir kat fazladır kendisine. Şakayla karışık, o dönem 9 maç galibiyeti unutmuş bir takımdı Kaiserslautern. Yumurta kapıya dayanınca ve lig ile ilgisi kalmayan takımların da salmasıyla rahat rahat son maçlarını kazanıp ligi 7. sırada bitirdi geçen sene. Bu sene aynı şeyler olur mu, bekleyip görücez. Yalnız kadrosal olarak biraz darboğazda oldukları kesin.
Yeni düzende Lakic’in yerini Nemec’in dolduracağı gözükse de, onun da geçtiğimiz günlerde yaşadığı sakatlık nedeniyle 3 ay kadar sahalardan uzak olacak olması planları alt-üst etmiş olabilir. Beşiktaşlıların gönlünde yeri bir ayrı olan, takım menajeri Kuntz’dan Ağustos sonuna kadar hamle beklemek mantıklı bu açıdan. Sezon başı transfer döneminde bonservisle oyuncu almak yerine kiralama yolunu tercih ettiler. Bu uğurda Duisburg’ta daha önce 1 sezon forma giymiş Dorge Kouemaha‘yı kiraladılar ki en kariyerli transfer kağıt üzerinde bu isim olarak gözüküyor. Pozitif olalım biraz ve o 1 yıllık tecrübenin biraz yardımı dokunacaktır diyelim ama nereye kadar. Şahsi görüşüm, forvet oyuncu kısırlığı takımı derinden etkileyecektir.
Beyaz saçları ve yeri gelince yaptığı agresif hareketleriyle cool hocalar arasında Bundesliga’da yeri sağlam olan Marco Kruz ile yola devam kararı aldılar. Lakic hariç takımın iskeleti korunsa da iyi bir transfer yapamamaları, forvette sıkıntılı bir durum yaratacaktır gibi duruyor. Gerçekçi olmak gerekirse geçen sene çok ilginç bir sezondu. Bremen, Stuttgart, Schalke, Hamburg gibi kafa takımların tamamının aşırı derecede zorlandığı, 2009 şampiyonu Wolfsburg’un son haftada 2. Lig kapısından döndüğü bir sezonda gelen lig derecesi yanıltıcı sonuçlar yaratabilir diye düşünüyorum. Herşeye rağmen kendi evinde kolay maç kaybetmeyen, hatta yeri geldi mi sağlı sollu ataklarla rakipleri dağıtan bir takım. Magath’ın Schalke’sine 5 atmaları dün gibi aklımda geçen sezon. Maalesef bu sezon kendilerini potadaki mücadelede göreceğimi düşünüyorum. Son olarak ülkeyi ilgilendirebilecek bir gelişme olarak Duisburg’tan güzel bir Türk-Alman ortak çalışması olan Olcay’ı aldılar. Genç yetenek olarak adledilir mi bilemiyorum ama yaşı 24. Tecrübeli sınıfına soktum bile. Rotasyon için güzel hamle, hakkını veririm.
15) Köln
Futbol delisi bir kent, futbolla yatıp kalkan taraftarlar, her sene büyük beklentilerle girilen sezon ve bitmek bilmeyen hayal kırıklıkları.. Köln’ün kısa özeti budur. Alt maddeye geçebilirsiniz buradan.
Tabii ki bu işin esprisi ama Köln kadar garip bir futbol takımı görmedim hayatımda. Taraftarın tutkusu ve aşkı bir takıma bu kadar mı fazla yansır bazen karar veremiyorum. Türkiye şubesi yüksek ihtimalle Trabzonspor’dur. Köln’ü izlerken veya incelerken hep aynı düşünceye kapılıyorum. Kendi çaplarında müthiş yetenekli oyuncular, fakat bir o kadar da başlarına savruklar. Kalecisinden forvet hattına kadar hikayesi olan adamlarla dolu bir takım. Rensing, Novakovic ve Podolski hep hikayeleri olan ve Alman basınının gündemini dolduran oyuncular.
Ciddi bir transfer hamlesi yapmamaları çok şaşırtıcı oldu. Geçen sezonun başında müthiş defansif bir strateji ile oynuyorlardı Hırvat hoca Zvonimir Soldo ile birlikte. Devre arasında Frank Schafer geldi ve Novakovic’i tekrar hatırladılar. Bir anda atak gücü yüksek bir takım olup müthiş gollü maçlar izlettiler bize. Geçen sezonu Schaefer’den sonra gelen Finke’yi de eklersek, sezonu 3 teknik direktörle kapatmalarına rağmen çözülemeyen tek sorunları anlık konsantrasyon kayıpları ve bu esnada yedikleri goller. Almanya'da üst diyen bütün bahisseverlerin bu algıyı aldıkları takımdır bence Köln. Bir maçları olaysız geçmez, ya hüsran ya zafer.
Yeni sezona şaşırtıcı bir teknik direktör tercihi yaparak giriyorlar. Kopenhag’dan Stale Solbakken’i takımın başına getirdiler. Belki şampiyon olamadılar ama Şampiyonlar Ligi'nin en sempatik takımlarından birini yaratarak geldi Almanya'ya Solbakken. Yabancı antrenörlerin uyum sağlamakta zorluk çektiği bir ligde, belki de Bayern’den sonra çalıştırılabilecek en zor camianın başına geçti. Takım içi disiplin sağlanabilirse, birçok şeyin değişebileceği bir kulüp Köln. Bu disiplinsizliğe ek olarak geçen sene çok fazla sakatlık da yaşadıklarını belirtmek lazım ama kötü sonuca bahane üretmekten öteye pek geçmez sakatlık detayı. Kişisel görüşüm takım içindeki kimya bozukluğunun yine Köln’e çok şey kaybettireceği yönde. Umarım sene sonu buralarda görmem bu takımı.
14) Gladbach
Öncelikle belirtmek lazım, bu takım o kadar yeteneksiz adamlardan oluşmuyor. Geçen sene yaşadıkları play-off heyecanı bu gözlerin gördüğü en ilginç mücadelelerden biri olarak kayıtlara geçmiştir. İki sonraki sırada yazacağım takım, kalbimde ve mantığımda play-off’u anasının ak sütü gibi hak eden takımdı ama kader ağlarını emekçi futbolun güzel temsilcisinin başına ördü, endüstriyel futbol yerine. Kişisel görüş olarak, playoff noktalarına gelmelerinin nedeni; dışardan ne kadar yetenek yuvası ve iyi düzeyde oyuncuların top koşturduğu bir takım olarak gözükse de, içeride müthiş bir uyumsuzluğun hakim olması Gladbach’ta. Sanki bütün takım ayrı kafalarda ve kendilerine yaşıyormuş gibi bir halleri vardı geçen sezon. Arjantinli Bobadilla, Belçikalı Camargo ve Kamerunlu Idrissou ile güzel bir forvet hattına sahip Gladbach fakat bu takım için futbol uluslararası bir dil olamadı geçen sezon. Bireysel olarak Türkiye’de herhangi bir takımda çok rahat oynacak adamlara sahip Gladbach: Reus; ki kendisi en tuttuğum yetenek adaylarından, Amerikalı Bradley; ki kendisinin adı bir dönem Galatasaray ile anılmıştı ve stoper Dante; belki Barcelona kalibresinde değil ama Gladbach için önemli bir oyuncu, önde gelen oyuncular arasında sayılabilir. O kadar da kötü değiller kısaca ama bazı şeyler olmayınca olmuyor.
Biraz daha düşünmeye başladıkları, en azından daha akıllı transfer hamleleri yapmaya çalıştıkları görülüyor bu transfer sezonunda. Geçen sene yusufçuk şeklinde biten lig sonu ve ite kaka geçtikleri playoff maçları dinamikleri hareket geçirdi takımda. Sol beke FM yıldızlarından İsveçli Oscar Wendt’i getirdiler ve Dortmund’un şampiyonluğundan sonra neredeyse bütün Bundesliga takımlarının izlemeye çalıştıkları transfer politikasını izleyip; transferi genç ama potansiyelli oyunculardan yana kullandılar. Açıkçası bu transfer hamlelerinin zorluğu, izleyiciler ve yorumculara. Kicker, Bild falan bakarken bu kim anasını satayım demekten geceleri uyku girmez oldu. Bu yaşta oturup adama FM yüklettiler tekrar.
Teknik direktör bazında sezon sonuna doğru yaşadıkları kıyımı bir kenara bıraktılar ve yeni sezon için Luciana Favre ile anlaştılar. Atak gücü yüksek olan bu takımın sürekli defansif hocalarla çalışmasına hiç anlam veremiyordum çoğu zaman. Favre hoca atak futbolu benimseyenlerden ve elinde 3 tane tımarhanelik forvetten güzel bir kimya yakalayabilecek gibi duran biri ilk intiba olarak. Lakin 3’lünün pis olması ve takım olarak gol atma yetenekleri ara ara müthiş zorlanmaya başlaması Gladbach’ın lig pozisyonu hakkında belirleyici oluyor. Bakmayın böyle naif durduğuna, Bundesliga’nın en köklü camialarından ve en ateşli taraftar grupların birine sahip takımlardan biridir Gladbach. Düşme potası ile orta sıra arasında gidip gelecektir diye düşünüyorum ama son kararı forvet hattı verecektir bu takımın, başka kimse değil.
13)Hertha Berlin
Türk futbol izleyicisinin anılarında yeri sağlam olan takımlardan Hertha Berlin. Galatasaray mağlubiyetinin ardından düştükleri kaostan bir türlü çıkamadılar. İkinci ligin yolunu tuttuktan sonra geçen sancılı yılı, tekrar Bundesliga’ya geri dönerek bitirdiler. Spor basını tadında yazmak gerekirse bu sene amaçları Bundesliga’da kalıcı olmak.
İkinci lig maceraları zorlu geçti. Hiç unutmuyorum, bahis tüyolarında müthiş formda olduğum Bundesliga aylarından birinde, torinolu yazarlarının büyük bir kısmı ile evde takılırken, “Beyler Hertha bu gece kesin alıyor, varınızı yoğunuzu ortaya koyun” lafımın ardından, topluca ciddi bir miktarda para gömdüğümüz ve bu uğurda rojadirecta’dan maçın linkini bulup, 90 dakikayı izlediğimiz bir takım kendileri. O zamanlar bir hayli formda olan ve gözü kapalı kasa basılan Hertha; maçı ite kaka 0-0 tamamlayarak, bahis dünyasında belki de zirveye çıkacak ismimi durdurmuş ve bu şekilde tarihte yerini almıştır. Acı vericidir bundan 2 ay sonra yine ortaklaşa yapılan 1’e 1000’lik bir kuponda, çaktırmadan yazılmış bir şekilde kendileri vardı ve bir kez daha berabere kalarak, “noldu Hertha, Bundesliga uzmanı” gibi kötü, çirkin ve ırkçı saldırılara maruz bırakmıştır beni.
Açıkçası Bundesliga’ya çok uygun transferi yaptılar bu sezon. Bayern’de bir türlü bekleneni veremeyen Ottl ve Neuer gelince ıskartaya çıkan Kraft, Hamburg’tan taze milli Tunay Torun, Werder Bremen’den savunmaya tecrübeli isim Peter Niemeyer ve yine Bundesliga tecrübesi fazla Maik Franz hamleleri ile her noktaya yatırım yapmış oldular. Takımın teknik direktörlüğünü ise 90’larda futbolu takip eden bir çok kişinin hafızasında olan Marcus Babbel yapmakta.
Hedefleri çok açık ve net Hertha Berlin'in. Bunu hemen hemen bir çok yerde belirtiyor idari ve teknik ekip: "Bundesliga’da kalıcı olmak". Bundesliga kökenli oyuncular aldılar ve bu sayede 2.ligden çıkan takımın kimyasıyla fazla oynamadan bir kademe ilerletmiş oldular. Tabii transferlerin bir çoğunun spor dünyası tabiriyle “at his prime” dönemini atlatması ve iyi bir oyuncu olabilir beklentileri ile geçirdikleri yıllarda gerekli cevabı verememeleri işleri zorlaştırıyor. Arkalarında çok ciddi bir taraftar desteği olan ve ikinci ligde 70 bin kapasite ile oynayan bir takım olduğunu hatırlatmakta fayda var.
12) Hoffenheim
Peri masalının sonlarına doğru geliyorlar gibi bir hissiyatım var bu takım hakkında. Geçen sezon ocak ayında Luis Gustavo yüzünden başlayan gerilim, takımı alt liglerden alıp buralara getiren Ralf Rangnick’in istifa etmesine sebep olacak derecede olaylara yol açmıştı. Zeki ama bir o kadar cimri başkan Dietmat Hopp’un Ralf Rangnick’ın gidişinin ardından; “Rangnick ile yolları ayırıyoruz çünkü hayalleri bizim ona vereceğimizden çok yukarıda” açıklaması, benim bu kulüp hakkında zaten az olan olumlu düşüncelerimi daha da sıfıra yaklaştırdı. FM sevdalılarının en beğendiği kafa yapısı ile hareket eden bu kulübün başkanı, futbolda da büyüme, açılma ve başarı yerine kar etme mantığı gütmekte. Gustavo’ya Bayern’in yaptığı 15 milyon euro’luk teklifin sezon ortasında apar topar kabul edilmesinin zaten başka bir açıklaması yoktu. O Gustavo ise Hoffenheim’in adeta atardamarıydı. Damar kesildi, yepyeni oyuncular eklendi ve Hoffenheim ikinci yarı bambaşka bir futbol oynayan takım haline geldi.
Bu sezon başına ise bence hiç uygun olmayan bir atama ile girdiler menajerlik koltuğuna. St.Pauli efsanesi Stanislawski takımın başına geçti ki transferi daha lig bitmeden 4 hafta önce açıklandı. Açıkçası bu tarz hareketler çok hoşuma gitmiyor. Bunu St.Pauli kültürüne veya onların tarzlarına bağlayarak söylemiyorum. Aynı düşüncem Leonardo’nun Inter’in başına geçmesi veya Revivo’nun Galatasaray’a transfer olmasında da geçerli. Stanislawski St.Pauli’de ismi olan bir adam. Takımı küme düşürürken başka bir takım ile anlaşmasını kesinlikle onaylamıyorum ve hoşlanmıyorum. Avrupa kültürü böyle ama diyenler mail aracılığı ile temasa geçebilir.
Transfer sezonuna bakarsak, genel olarak normal seyirde geçti Hoffenheim için. Az çok bilinen ve tahmin edilen bir transfer politikası olan bir takım. Ucuza aldığı genç ve yetenekli oyuncuları güzel pazarlaması ile bilinirler. Bu uğurda Stuttgart’tan genç yetenek Schiplock’u transfer ettiler ve zorlandıkları forvet hattına güzel bir ek yapmış oldular. Geleceği parlak olarak gösterilen Zuculini, İtalya seferinden geri döndü ve Gustavo’nun boşalttığı pozisyona geçme mücadelesine başladı.
Ryan Babel twitter’ı biraz daha boşlayıp kafasını futbola verirse belki ufak kıpırdanmalar olabilir Hoffenheim’da. Ne yazık ki geldiğinden beri etkisini pek göremedik Babel’in. Takım olarak Rangnick gittiğinden beri girdikleri sistem buhranını Stanislawski ile atlatabilirler mi, oturup bekleyeceğiz. Gariptir çıkışlarından beri kanım ısınmadı bu takıma. Kimyayı bir türlü yakalayamadık kendileri ile. Yeni sezonda başarılar dilemekten başka yapacak birşeyim yok şu anda.
to be continued...