23 Ekim 2008

19 Ekim 2008

NBA yıldız adayı sokağa inerse

Herkes hayatının bir evresinde sokak basketboluna dahil olmuştur. Muhtemelen Devin Harris de öyle. Yine de, profesyonel basketbolcuların sokak sahalarında neredeyse hiç gözükmemeleri de kaçınılmazdır. Sonuçta o da basketbol, bu da basketbol ama hesapta olmayan bir sakatlık çıkma ihtimali var, acayip bir hareket yiyip rezil olmak var. Yıldızlar sokaklardan uzak tutan bu tırs hadisesi mi, yoksa sene boyunca basketbol oynamaktan bıkmış-usanmış olmaları mı bilemiyorum.

Bana kalırsa, NBA yıldızları elbet sokağa inmeli, o güneşin, sert zeminin, hakemsiz basketbolun falan keyfini çıkarmalı... Ama bunu yaparken asla Devin Harris gibi yapmamalı. Avrupa'da basketbola en uzak ülke hangisi dersiniz? Galler, Lüksemburg falan diyenler olacaktır. Ama üst klasman spor ülkelerinden bu işe en uzak olanı elbette İngiltere. Orda da, bu videodan sonra öğrendim ki, bir sokak basketbol komünü varmış profesyonel ligden daha popüler olan.

Stuart Tanner da bu oluşumdan biri. Tabi oluşum denmez de, tanınan bir herif ilgilenen halk arasında. NBA Europe hadisesi için Londra'da bulunan (Ne arıyosa NBA İngiltere'de) Nets oyuncusu Devin Harris'e Amerika'lıların pick up game olarak adlandırdıkları ayaküstü bir maç teklif ediyor, teke tek. Devin Harris de her ne hikmetse kabul ediyor. Laubali tavırları normal, sonuçta herif NBA'de iyi kötü el üstünde tutulan bir adam, genç, yetenekli, karşısındaki tipin de basketbolla alakası yok, kot-kazak falan takılıyor, espri sandı heralde bizim Devin. Sonra zor bir şut geliyor el üstünden, Devin hafiften uyanıyor hadiseye ama Stuart kardeşimiz hayatı boyunca karşısına çıkacak bir duruma sokuyor onu. Yazık, diyecek bir şey yok, havanı yesinler koçum.




Stuart Tanner Vs Devin Harris
Yükleyen MisterRrr

18 Ekim 2008

RIP Alexei (1989-2008)


Alexei Cherepanov.

Şimdi Rusya dediğinde aklına Petersburg'un dilberleri, Kremlin'ler falan geliyor ya geçeceksin onları. Bizimkiler zamanında dudak büküp, eyvallah dememiş boşuna Altaylar'a. İşte oralarda, Çin'e Moğolistan'a falan komşu, arka sıralarda doğarak başlıyorsun hayata. Doğu Rusya'da fabrikalar arasında geçecek bir hayat için fazla yetenekli Cherepanov. 17 yaşında, NHL yıldızı diğer Ruslar'ın o yaşlarda atamadığı kadar gol atıp, 17 golle Rus Ligi'nin çaylak rekorunu kıracak kadar. O çaylak sezonun hemen sonunda, ta ki bir sabah kalktığında Altaylar'ı değil, Central Park'ı görmeye başlayacağı New York Rangers'a draft olacak kadar.

89'lu bir Orta Asya çocuğu için işler bundan fazla iyi gidebilir miydi, sanmıyorum. Rangers önümüzdeki sezon için kontratını hazırlamıştı onun için. Orta Asya falan diyorum da "local hero" olduğun bir takımda sopa sallıyorsun sonuçta, sporcu hayatı, hem de seneye New York'tasın, sözler verilmiş, kafan rahat. Muhtemelen ev bakmaya falan gidilmişti. Belki kız arkadaşı da vardı, beraber gitmişlerdi. Üstelik şimdiki takımında sezon başında Jaromir Jagr’ı transfer ediyor, -bilen bilir, hokeyin gelmiş geçmiş en iyi bir kaç oyuncusundan biridir-, adam kariyerinin sonlarını senle geçiriyor. Yetenekleri geç, böyle efsane olmuş kült bir herif, sana mentörlük yapıyor....

Moskova.

Deplasman.

3., yani son periyotta kenara geliyor Jaromir ve Alexei. Konuşuyorlar benchte. Belki maç hakkında, belki de Jagr bir püf noktası, bir numara anlatıyor genç adama. Belki de NHL'deki son 3 sezonunu geçirdiği New York'u anlatıyor, nerede yediğini, nerede içtiğini, takıldığı kulüpleri.. Sessizlik. 19 yaşındaki Alexei yere yığılıyor. Hayatını değiştirecek voleyi vurmak üzere olan genç adama izin vermiyor hayat, çalıyor son düdüğü. Ne dördüncü hakem var ne de elektronik tabelası, oracıkta ölüyor Alexei.

Kardiyobilmemne. Bildiğin kalp işte. Tam teşhis konamamış. Besbelli, kalp daha fazla dayanmıyor bu kadar yolunda giden bir hayata.

..

...kenara geliyor Jaromir ve Alexei. Konuşuyorlar benchte. Sessizlik. 19 yaşındaki Alexei yere yığılıyor...

Ölen birisi var ortada, trajedi var, bozuk para gibi yuvarlanıp giden hayalleri var. Ve o bozuk paranın bir de tura yüzü var. Jagr'ı düşünün o anda. Yaptığın sporun yaşayan efsanesisin. Kariyerinin de sonlarındasın, onca geçen senede bir sürü şey görmüşsün, tecrübe etmişsin. Kendi geçtiği yollardan geçmeye hazırlanan bu çocuğa öğretmek istediği şeyler var, belki kariyeri boyunca başına bela olan kumar problemini bu çocuğun da yaşamasını istemiyorsun, o çocuk da muhtemelen ağzının içine bakıyor Jaromir'in. Belki de idolü. Dünyada kaç insanın idolü ona mentörlük, ağabeylik yapar, nedir bunun gerçekleşme ihtimali?

Jagr, sadece, kumarı fazlaca seven, ayyaş bir Çek hokey starı değil. Soğuk savaş sırasında ülkesinin politik olarak liberalleşme çabalarının simgesi olan Prag Baharı döneminin ve akabinde bundan rahatsız olan Varşova Paktı ülkeleri tarafından Çekoslavakya’nın istilası sırasında hapiste ölen büyükbabasının anısına, olayların gerçekleştiği 68 yılını, kariyeri boyunca forma numarası yapan, belli bir dünya görüşü olan bir adam. NY Rangers’ın yardımcı koçu, birkaç ay önce Alexei’in ne durumda olduğunu görmek için Rusya’ya gelip, ikiliyle yemek yediğinde, Jagr’ın Alexei’in performansından ve potansiyelinden dolayı ne kadar heyecanlı olduğunu da söylüyor.

Belki de kendini gördüğü o çocuk, Alexei, yıkılıyor yanında, konuşurlarken. Ne hisseder bir insan bu durumda, nasıl bir tepki verebilir, kestiremiyorum. Ya da şu an ne durumdadır? Düşünüyor mudur en son ne konuştuklarını, pişman mıdır eğer çocuğa ne kadar yetenekli olduğunu söylemediyse hiç ya da o ana geri dönse son tavsiyesi ne olurdu Alexei'e diye düşünüyor mudur gece yatarken aklına geldiğinde. Videosunu buluyorum, bakıyorum ne yapıyor diye. Muhtemelen şok olmuş, tepki veremiyor, ne müdahele edebiliyor yerde yatan öğrencisine, ne de taşıyabiliyor çocuğu. Çıkıyor kareden..

..

Henüz 2 senedir profesyonel olmasına rağmen, Omsk'ta kahraman haline gelmiş olan Alexei Cherepanov'un bu kısa metrajlı hikayesi ve hayalleri ise, binlerce taraftarın/hayranının/insanın katıldığı bir cenaze töreniyle sona eriyor.

Not: Buz hokeyi uleması değilim, öyle de davranma niyetinde değilim. Ortalama diyelim, öyle bitirelim. 90'ların sonunun Red Wings'i ve büyük kaptanı Yzerman'dır benim için hokey. Kendisine selamlarımı gönderiyorum buradan.

Not 2: Yine o kadrodan, dünyanın en iyi orta oyuncularından, efsane pasör Igor Larionov da, Alexei'in ölümüne en sert tepkilerden birini göstermiş, salonda ambulans olmaması nedeniyle. Kendisi, NHL'e rakip olmaya başlayan Doğu Avrupa takımları arasında oynanan KHL liginin kurucularındanmış. Hall of Fame olacak haberi de aldım, ona da tebrikler.




Yossi Benayoun



Yossi'den, Letonya hocası Starkovs'a kartlık hareket.

17 Ekim 2008

Spor Skandalları #3: Ali Dia

Chuckle Brothers'la başladık, şu meşhur Greame Souness hikayesini de yazalım başlamışken. Meşhur hikayeyi BBC'nin forumlarından birinde okumuştum, sağdan soldan bulduklarımla buraya da aktarayım.

Souness, Southampton'ın başındayken bir telefon alır. Arayan George Weah'tır, Milan'ın efsane oyuncusu Weah, kuzeninin çok yetenekli bir futbolcu olduğunu hatta milli takımda 10 küsür maça çıktığını ve mutlaka alınmasını önerir. Mevzubahis olay 1990'larda olduğundan Souness interneti açıp Google'da aratamaz, youtube'da videolarını izleyemez. Elemanı bulur getirir, 1 aylık da sözleşme yapar. Kahramanımızın ismi Ali Dia'dır.

Ali Dia takımla antremana çıktığında takımdakiler "yeni eleman"ın pek de iyi olmadığını farkederler. Kaderin garip bir cilvesi, Dia'nın da yer alacağı "reserve" maçı, sahanın yağış nedeniyle suyla kaplanması neticesinde iptal edilir. Dia ismini Leeds United maçının yedekler listesinde görür.

Leeds maçının 32. dakikasında Souness, Matthew Le Tissier'i oyundan alır ve yerine Ali Dia'yı koyar. Eleman kabus gibi oynar. Le Tissier, Dia'yı "Bambi on ice" olarak tarif ediyor, taraftarlar ise "Bir fil kadar narin".

Souness bu rezilliğe 53 dakika daha tahammül edip arkadaşı oyundan çıkarır.

Asıl bomba sonra patlar. Kendini Weah olarak tanıtan kişi, Dia'nın menajeri çıkar. 2 haftalık şakadan sonra kontratı feshedilir. Dia kendini amatör takımlardan Gateshead'de bulur ve 8 maç sonra kendisinden haber alınamaz. Bu transfer de İngiltere'nin basın organlarının hemen hepsinde en kötü transferlerde ilk 10'a girer. Ali Dia, The Times'a göre ise en kötü 50 oyuncu sıralamasında bir numaradır.

Videoda Le Tissier'in Dia hakkındaki görüşlerini izleyebilirsiniz.

Chuckle Brothers

80'lerin sonunda başlayan bir komedi programı, Chuckle Brothers. Bizdeki muadiline ne örnek gösterebilirim bilmiyorum, konumuz da bu değil zaten.

Chuckle Brothers; Titus Bramble ve Jean-Alain Boumsong'un beraber oynadıkları 1.5 sezonda kazandıkları lakap. Program o kadar komik olmalı ki bu ikiliye böyle bir paye verilmiş. Newcastle'ın, Boumsong'un takıma katıldığı 2005 kışında teknik direktörü tanıdık bir isim; Greame Souness. Kendisi ile ilgili hoş bir detayı da ileriki günlerde buraya ekleyebiliriz. Souness'in takımda bulunduğu dönemde -şu an da tepki çeken- yüksek maliyetli, düşük performans gösteren oyuncu transferleri nedeniyle başının çok ağrıdığını da söyleyebiliriz. Titus gibi inanılmaz bir yeteneğin yanına yine onun kadar pimi çekilmiş bomba kabilinden bir adamı koymak da bir teknik deha örneği.



Souness ve Boumsong'un isimlerinin birlikte anıldığı başka bir platform ise, "Stevens Inquiry" olarak bilinen polis soruşturması. Detayları uzun uzadıya anlatmaya gerek yok, sadece Souness'in bu soruşturmadan aklandığını ancak Boumsong transferi sırasında onun Rio Ferdinand, John Terry ayarında bir katkı sağlayacağını düşündüğünü belirtmesini ekleyebiliriz. İlginç olan ise; Boumsong kalitesinde bir adamın 8.2 milyon pounda Rangers'tan alınırken, Rangers'ın bu oyuncuyu Auxerre'den bedelsiz almış olması ve Sir Bobby Robson'ın -Boumsong henüz Auxerre forması giyerken- bedelsiz dahi olsa bile bu oyuncunun Newcastle'a katkı sağlayamayacağını belirtmiş olması.

Futboldan anlamak böyle bir şey işte...

16 Ekim 2008

Gecenin en iyi 10 golü #2

10 - Pavel Sitko, FC Vitebsk - Belarus vs İngiltere, 1-1

1-0 mağlup oynayan Belarus'ta , zamanında Fatih Terim'in Milan'a getirdiği Kutuzov şık bir ara pasıyla, son Şampiyonlar Ligi maçında Juventus'a karşı 1 gol 1 asist yapan Stasevich'i buluyor. Karşısında dünyanın en overrated beklerinden biri ve dolayısıyla İngiliz milli takımının en kötü oyuncusu olan Wayne Bridge'i bulan Stasevich, önce şık bir çalımla Bridge'i yatırıyor ve arka direğe hareketlenen Sitko'ya al da at dercesine bir top yolluyor.

9 - Mario Balotelli, Inter - İsrail U21 vs İtalya U21, 0-2

Elemelerin en güzel 10 golü diye niyetlenmiştim, ta ki Balotelli'yi izleyene kadar. Başlığımız "elemelerin" değil, "gecenin" olduğuna göre, bu açıktan yararlanabiliriz. Balotelli'den iyi bir kontrol ve ceza saha dışarısından, kendisini bu kadar boş bırakan İsrail defansına kestiği ceza.

8 - Andrey Arshavin, Zenith St. Petersburg - Rusya vs Finlandiya, 3-0

Kendi kalesine attığı iki golle gardı iyice düşen Finlandiya karşısında, Arshavin, rakibin iki veteran stoperi, Hyppia ve Tihinen'in arasından ne kadar hızlı olduğunu gösterircesine geçiyor. Jaaskelainen'i de geçen Arshavin dar açıdan sol ayağıyla topu ağlara yollayıp, klasikleşen dripling gollerine bir yenisini daha ekliyor.

7 - Ivan Rakitic, Schalke 04 - Hırvatistan vs Andorra, 1-0

Kısa mesafeden örümceği alan, klas bir frikik golü Rakitic'ten.

6 - Wayne Rooney, Manchester United - Belarus vs İngiltere, 1-3

Bu da içerisinde bireysellik kadar takım oyununu da yansıtan, gecenin iyi gollerinden birisi. Bridge'in soldan içe verdiği pas, Rooney'nin topun üzerinden atlayıp hemen depara kalkması, Rooney ile çıkan defansın dengesinin bozulup, topun tek hamlede Rooney'e gelmesi, Rooney'nin vücut çalımı ve bitirişi.

5 - Andres Iniesta, Barcelona - Belçika vs İspanya, 1-1

0'a yakın bir açıdan kaleciyi yatırmak ve bu tip bir gol atmak pek kolay bir iş olmasa gerek. Euro 2008'in kahramanlarından Iniesta, zoru kolay gösteriyor bu golde, kaleci Stijnen'in biraz erken yatmasının da golü daha estetik gösterdiğini söylemek gerek.

4 - Milos Krasic, CSKA Moskova - Avusturya vs Sırbistan, 0-1

Sağ çaprazdan, uzak köşeye beklenmedik bir şut çıkarıyor Krasic. Manninger kuşkusuz beklemiyordu bu vuruşu.

3 - Mario Balotelli, Inter - İsrail U21 vs İtalya U21, 0-1

Yine Balotelli. Bu sefer Juninho/Hooijdonk mesafesinden, inanılmaz bir frikik golü. İnanılmaz kelimesinin NBA sezonunda anlamını yitirdiğini de yeri gelmişken söyleyeyim, içimde kalmasın, "bilmiyorum bana katılacak mısın sevgili okuyucu".

2 - Steven Gerrard, Liverpool - Belarus vs İngiltere, 0-1

Gerrard..

1 - Piotr Trochowski, Hamburg - Almanya vs Galler, 1-0

Toshack'ın Galler'inin Almanya'ya, hem de deplasmanda, bu kadar direnmesini kimse beklemiyordu ama maçı Trochowski aldı. Önünü açana kadar sabırla beklemesi ve uzak köşeye, kalecinin uzanamayacağı, maç kazandıran düzgün bir vuruş.

Eh be!

Başlığa bakınca acayip bir isyan halindeyim sanılmasın. Kötü futbola -ki fena da oynamadık-, kaçan gollere, kaybedilen puana ya da puan kaybedilen takımın Estonya olmasına sıkıntı yapmıyorum dünkü müsabakadan sonra.

Sorun hep aynı daire içinde dönüyor olmamız, ülke olarak. Bosna maçından önce "eksikler bahane değil" idi, Estonya maçına geldik üç gün sonra, bir gün evvel içeride ezerek 1-0 yendiğimiz -Sergen abimize ifade için teşekkürler- Belarus'a deplasmanda iki yan topla kaybettiğimiz maçın hemen ardından.

Şimdi düşünüyorum, Gökhan Zan ve İbrahim Toraman ile yıllarını harcayan Beşiktaş camiası İbrahim Kaş'ı görünce iç çekiyor mudur? İbrahim Kaş ışığında, yıllardır u17-19-21 takımlarıyla ortalığı kasıp kavurmasına rağmen klübünde parlayamayan düzinelerce genç futbolcu ne düşünmüştür maçı izlerken? Belki de sorun budur, plansız ve programsız hareket etmekten, 25 kişilik geniş kadroları sezon başında istifledikten sonra bunları kullanamamaktan geçiyordur başarısızlığa çıkan yolumuz.

Aklımda çok soru var aslında ama en basitiyle başlayalım. Dün maçı kazanabilirdik, eğer Fatih Terim biraz olsun bu maçı almak isteseydi çevirecek hamleleri yapardı gibi geliyor bana. Ekol oluşturmaya kasan ekol teknik adamımız, büyük ihtimalle "bu maçı bu düzenle almalıyım" egosuyla savaştı maçın ikinci yarısında, hatta ilk yarının son diliminde. Nuri'nin Estonya'ya işlemediğini 35. dakikada gören bir teknik direktör, 70. dakikada Yusuf'u almazdı yoksa oyuna, kurtarıcı olarak. Hatta Yusuf'u alınca onu Aurelio'nun yerine çekip, daha hızlı ve kuvvetli olan ancak ileride top dağıtma işini kıvıramayan Aurelio da asıl mevkisinde kalır, Estonya son dakikalarda cesurca ileri çıkıp zamanı yemezdi en azından.

Çok fazla kısır döngü içinde boğulduk sanırsam, Ertuğrul'un adamlığı, Servet'in açıklamaları, klübün Aziz Yıldırım'a borcu derken futbolun teknik taktiğini konuşmaz olduk. Dün de televizyonlarda aynı muhabbet, maç bitmiş puan gitmiş, hala "Terim'in aklında klüp takımı var" ya da "Mevlüt bu maçı alacak futbolcu değil" tarzı kalıplar.

Her neyse isyan yok dedik, onlar yapmıyo ben yapıyorum da demiyorum ama alırdık dünkü maçı, en azından Nuri'yi oyunda tutup biraz daha defansif bir role kaydırarak, ikinci forveti bu maçı düşünerek daha kalıplı bir oyuncudan seçerek bu işi becerebilirdik ancak Batuhan'la fırçayı yiyen Terim pek risk almadı en başından itibaren. Belçika ve Bosna'nın halen önündeyiz, bu herifler bir de birbiriyle oynamadılar daha, biri diğerinden 6 puan almadığı takdirde -ki bunun Bosna olmasına ihtimal vermiyorum, Belçika olursa da dışarda Belçika'ya kaybedceğimizi düşünmüyorum- zaten bizi geçmeleri zor. O yüzden gruptan çıkmak konunda bir endişem yok.

Puanı verdik ama iyi oynadık, pozisyon bulduk. Zaten iki maçtan 6 puanla çıksak ayıp olurdu tarihimize. Yine de ben yeni milli takımdan memnunum, seviyorum eskisine göre.

15 Ekim 2008

adam olmak istemiyorum #1

Gerçekten uzakta, gerçekten yalnız bir ülke. En azından, buradan öyle görünüyor. Noi’nin dediği gibi, sümük gibi sallanıyor dünyanın üzerinde İzlanda; iflas ediyor diyorlar, bilemiyorum. Buradan kötü olabileceğini hiç zannetmiyorum. İkinci liglerinde, orta sahanın ortasında oynayamaz mıyım, yahu? Oynarım gibi geliyor, part time; kalan zamanlarda balık tutarım, masa silerim. Hem ben soğuğu severim, vikingim ben. Ama sahile yakın bir ev isterim, hacı. Oraların denizine vereceksin sırtı, kahve olacak elinde, şekersiz, zift. O zaman değme keyfime. Lee Sharpe top oynamaya gitmedi herhalde Grindavik’e, sırtı denize vermeye gitti. İkinci ligde oynarım be hacı, olmadı kiralarlar üçüncü lige, b kategorisine, c kategorisine, amatöre, baraka falan da olur ya. Hem yabancı dile yatkınımdır, öğrenirim hemencecik İzlandaca’yı. Ama bu İzlandaca işine bir çözüm bulmamız lazım, vasat bir kelime. Baydım be hacı, sol bek falan da oynarım, keserim ayağımın dışıyla. Video izlemeden sorumlu yardımcı antrenörlük falan yaparım.

00:38 15.10.08 Ev, oda, Ny Batteri

14 Ekim 2008

Bayram Tutumlu #1

Arda, Maradona entry'si girince doğal olarak aklımdaki seriyi başlatmak geldi. Ne serisi peki?

Bayram Tutumlu, öyle veya böyle, dünya futboluna kattığımız kült karakterlerden biri. Ankara'da yaşayan Diyarbakır'lı bir çocukken, 14 yaşında yurt dışına giden ve şu an 10 dil bilen, futbolun en ünlü menajerlerinden birisi. Bayram Tutumlu'ya şöhreti getiren tabi ki Maradona'yla olan arkadaşlığı. Futbolcular, Maradona, menajerlik falan diyince Bayram Tutumlu'da ister istemez iyi hikaye ve resimler var.

Startı verelim, ara ara devam ettireceğim. Mourinho'yla başlayalım, Tutumlu, anlattığına göre, Barcelona'da stajını tamamlayan Mourinho'yu 99-00 sezonu ortasında, istifa eden Rıdvan'ın yerine Fenerbahçe'ye önerir. İstanbul'a kadar gelir Jose ve beraber İstanbulspor maçını izlerler ama Fenerbahçe tercihini Zeman'dan kullanır. Tutumlu'nun hikayesi böyle.

Mourinho'ya ne mi olur? Orasını da ben anlatayım, ertesi sezon 4. haftada kovulan Heynckes'in yerine Benfica'ya teknik direktör olur. İyi geçen 2 ay sonra Jose, farklı kazanılan Sporting derbisi sonrasında sözleşme uzatmak ister, reddedilince de istifa eder. Ertesi sezon yine sezon ortasında geldiği Leiria'yı 5. yapar ve Porto hikayesi başlar, gerisini biliyorsunuz zaten. İnce belli de yakışmış eline.

La Vida Tombola



Mekan Buenos Aires, Manu ve arkadaşı çalmaya başlıyor. Maradona ve Kusturica arabadan iniyor. Emir'den bir "a pat in the back" geliyor. Akabinde El Diego yürüyor biraz, duruyor ve huşu içinde izliyor. Film şeridini biz de görüyoruz, içimiz titriyor. Aldığı en güzel hediyelerden biridir herhalde.

12 Ekim 2008

Titus "Oh Dear" Bramble


Üstte görmüş olduğunuz şeker şeyin ismi Titus Bramble. Ne zaman Türk medyasında defans oyuncularının inanılmaz hatalar yaptığından bahsedilse, aklıma bu şirinlik muskası gelir. (Tamam, kendisi de yardımcı oluyor kendini hatırlatma konusunda)

Bu arkadaşı özel kılan şey; gol atabilme yeteneğidir. Hani geçen sezon Edu sayesinde bir defans oyuncusunun ne kadar tehlikeli olabileceğini öğrenmiştik ya, Edu bu balküpünün yanında Cannavaro, Nesta kabilinden bir adam sayılabilir.

Alttaki linkten yaptığı akıl almaz hareketleri izleyebilirsiniz, hatta youtube'a ulaşabilenler kendisiyle ilgili FIFA realisim test videosunu da mutlaka izlesinler.

Son olarak; arkadaşı, üstü açık bir BMW M3'e 5-6 kişi sığdırıp kaza yapması sebebiyle Premier Lig görmüş Solaryum Faruk olarak da adlandırabiliriz. Diğer nickname'leri ise; "Oh dear... Oh dear..." , "Oh god! Titus did it again..." , "Bramble has a brain melt. Again..."

http://www.dailymotion.com/video/x6qy5i_the-legend-that-is-titus-bramble-d_fun

07 Ekim 2008

Sen omurgasız hayvanları bilir misin Züleyha?

Milyon dolarlar harcatan, Avrupa’da hedeflerini isimsiz Metalist’e elenerek kapatan Beşiktaş’ta tribünlerin boşalmasını sağlayan ve izleyenlere işkence çektirenlerin, takımı kişiliksiz, onursuz hale getirenlerin sonunu merak bile etmek istemiyorum.Kimse kalkıp da, Başkan Yıldırım Demirören ve yönetimini suçlamasın. Oyuncuları aldıranlar, saha içinde oynatanlar teknik patronlardır. Yani Ertuğrul Sağlam. Taktik, kondisyon ve oyuncu tercihlerinin tek yetkilisidir. Parayı doğru yerlere harcatıp yetkini doğru kullanacaksın. O zaman Chelsea’den, Jose Mourinho’yu neden postaladılar!

İsmail ER

03 Ekim 2008

Anorthosis Mağusa

Şampiyonlar Ligi tarihinde ilk Kıbrıs takımı olmasının yanı sıra belki de yine Şampiyonlar Ligi tarihinde kurulduğu ve ait olduğu şehirde oynayamayan tek takım Anorthosis Famagusta. Zira bizim Mağusa ya da Gazi Mağusa olarak bildiğimiz Famagusta şehrinin takımı olmasına rağmen 1974’teki harekattan beri Larnaka şehrinde; aynen Güneydeki birçok Türk kulübünün artık kuzeyde, Kuzeydeki daha birçok Rum takımının da artık Güneyde olduğu gibi.

Önce Trabzonspor’la eşleşince adını duyduk bu takımın. Bizim ‘yavru’ vatana eş tuttuğumuz bir ülkeden olduğu için Trabzonspor için çantada keklikti. Bir Kıbrıs takımının muhatabı KKTC’den bir takım olabilirdi ancak, değil mi? Trabzonspor gibi Türkiye’de bile hatırı sayılan bir takımı elemek bir Rum takımının haddine olamazdı. Üstelik Trabzon, milliyetçilikle adı beraber anılan bir şehir olma sürecindeyken böyle bir rakip bulmuştu kendine. Larnaka’da 3-1 biten ilk maç soğuk bir duş gibiydi. Rövanşa bakılacaktı. Trabzon’da Trabzonspor sadece 1–0 kazanabilince durum futbolun enteresan yüzünü ortaya koyuyordu.

Famagusta daha sonra Palermo ve Tottenham ile Uefa Kupası’nda maçlar yapsa da Trabzonspor’u elemiş olmanın dışında bir şeyler gösteremedi.. Taa ki bu seneye kadar. Kıbrıs şampiyonu olarak Şampiyonlar Ligi’ne ön elemelerden katılıyordu Famagusta.

2. Tur ön elemede Rapid Wien’i eleyince herkes öyle sürprizler her zaman olur dedi. Olympiakos ile eşleşti Famagusta. Yunanistan ile Kıbrıs Rumları arasında ‘yavru’ vatan gibi saçma bir adlandırma var mıdır bilmiyorum. Yoksa da benzer bir saçma tamlama vardır diye düşünüyorum. Famagusta’nın ağabeyi diyelim biz Olympiakos’a. Kendi sahasında 3 tane attı Famagusta. Rövanşta ağabeyler işi bitirir diyenler Trabzon’da olduğu gibi fena yanıldı. Şampiyonlar Ligi gruplarına bir Kıbrıs takımı geldi.

Grupta Avrupa’nın en golcü takımlarından Bremen değil gol, pozisyon bile bulamadı. Ve en son, diğer büyük ağabey Panathinaikos 3-1’lik mağlubiyetle ayrıldı Larnaka’dan. Grupta Inter’e rakip kim olabilir diye düşünenlerin listeye almadığı Famagusta şimdi 4 puanla Inter’in arkasında ve gruptan çıkması hiç de imkansız gözükmüyor, çok kolay olmasa da.

‘Anorthosis’ yeniden kurulan, yeniden yapılan anlamına geliyor. Fakat bu yeni kurulmadan 1974’teki taşınmayla alakası yok. 1911’den beri adı bu. Famagusta ise daha önce de bahsettiğim gibi artık Türk yönetiminde olduğu için Rum kulübünün terk etmek zorunda kaldığı şehrin adı.

KKTC UEFA tarafından tanınmıyor. Famagusta KKTC yönetiminde bir şehir. Ve Anorthosis Famagusta UEFA Şampiyonlar Ligi’nde belki de tur atlayacak.

Futbol garip bir oyun tamam ama yaşadığımız Dünya kadar garip olamaz.