02 Haziran 2008

Viaje al paradiso -- 4 -- Rakı yazısı

Ezginin Günlüğü, Galata Köprüsü’nün şarkısını yapmakla hayatlarının en güzel kararını vermiş olabilirler. Peki, ben rakının yazısını yazabilir miyim, bilemiyorum. Bu işin hakkını o kadar da vermiş biri değilim, şüphesiz, daha yaşımız kaç başımız kaç; ama Sarıyer çocuğu sayılırım ve bu işe cennette de mesai harcadım, bu yüzden izin verin de yazayım üç beş satır.

Şöyle başlayayım, cennette bulunduğum süre boyunca, yalnızca üç tane Türk restoranı, kebapçısı, ne derseniz artık karşılaştım. Sayı, şaşırtıcı derecede az; istila edilmeyi bekleyen ılık topraklar. Şaşırtıcı derecede az olan Türk popülasyonuna, pekçoğunun konservatif işletmeciler olması da rakı bulma görevini imkansız hale getirmişti.

Turkish kebap adı altında, pembe membe soslarla, dönerimsi birşey satan, mısırla falan servis eden Nurettin dayı ve adını hatırlamadığım diğer iki işletmeciye de yazıklar olsun; suratlarına söyleyememiştim, arkalarından konuşmuş gibi olayım ve tabii bilumum Hintli’ye ve Paki’ye de.(Pakiye Suda)

Rakının hayatımdaki yeri belirsiz. Uzun zaman tüketmeyince, garip triplere girecek kadar yakın bir dostum değil, en sevdiğim alkollü içecek öte yandan; ancak hangi psikolojiyle aradığımı anlamaya çalışıyorum günler boyunca, Barcelona’da. Şimdi düşününce, en mantıklı sebep, yurttaki “şöyle içerim, böyle içerim” diyen kuzeylilere, “buyur birader, bundan sonra buna konuş” demek için ya da ilk 10-15 gün geçtikten sonra, bir anda alkolik olduklarını iddia etmeye başlayan ve buna içten içe kendilerini de inandırıp, garip garip korkulara kapılmış, bir-iki kıza koklatmak için arıyordum gibi geliyor.

Dediğim gibi umutlar tükeniyordu, etrafta her istediğimizde sorunsuz bir şekilde bulabildiğimiz türlü türlü kafa yapıcı dururken, kendi kendimize garip bir iş çıkarmıştık. Binbir marka ithal viski satan garip dükkanlardan, bilumum büyük alışveriş merkezine kadar her yere girdik çıktık; ama bulamıyorduk. Zaten, diyalogun büyük kısmı rakıyı tanıtmakla geçiyordu, bizi muattap alan kişiye.

Lakini, günlerden bir gün, hem de yağmurlu bir gün, plajda kafayı güzelleştirdikten sonra, marinaya doğru giden sahil şeridinde, tabelasında Türkiye bayrağı olan bir dükkanla karşılaştık. O bloğun tam köşesinde olduğu için, o güne kadar farkedemediğimiz bir yerdi. Şimdi, günahlarını almak istemiyorum; ama A La Istanbul tarzında inanılmaz zırva bir ismi vardı, dükkanın. Umutsuzca sorduk soruyu, Katalan garsona, kızcağız tam olarak anlamadı ne demek istediğimizi; ama kelime tanıdık geldi, Türk’üz mürküz dedik, pasladı arka masada oturan patronun yanına. Mekan sahibi adını hatırlayamadığım Almancı bir abimiz, kendi keyfi için Almanya’da rakı getirtiyor ve olur da satın almak isteyen olur diye 1-2 tane fazla getirtiyor, her seferinde. Abimiz çok güzel tavır almış da oğlunun işi zor, çocukcağız fizik çalışıyordu, masaya oturduğumuzda, tabi hemen özgeçmişimizi sunduk, abiye, nasıl olsa garip bir hak görüyoruz kendimizde ve acayip sorular sormaya başlıyoruz, hiç tanımadığımız kişilere. Çocuk fizikten yirmi sene okusa, yirmi seferinde de çakacak gibiydi, yazık. Bu satırların yazarı da Mat 1’i 2. alışında geçtikten sonra, bir aksilik olmazsa Mat 2’ideki 4. seferini sazla sözle kutlayacak.

Rakının fiyatı çok uçuk değil, 70’lik Yeni Rakı’yı 30 euroya açtı dayı, tabii ki klişe pazarlık sözlerinin belini kırdık, karşılıklı. Mezeler; döner, mısır, marul, soğan, acılı yoğurtlu ve tatlımsı garip soslar, bardaklar deve gibi kola bardakları, vs. Ama rakı bildiğimiz rakı, klişe mode on, tabii ki deniz kokan Sarıyer’de içmekle aynı hazzı vermiyor da Barcelona Marina’da rakı içmenin de tadı bir başkaymış, meğer.

Sonraları çakozladım mevzuyu, meğer sadece içmek için arıyormuşuz yahu, gerisi tatava. İçtik ilk etapta, sonra bir diğerini yurttaki buzdolabına yatırdım kese kağıdı içinde, merak edenlere koklattım, bir iki shot’çı apaçiyi bayılttık, yeri geldi. O kadar.

E tamam da dayı, bu kadar da “off-topic” ileti olmaz ki, hani daha öncekileri bağladın bir şekilde sportif olaylara da, bu ne be diyenler varsa aranızda, ki olması lazım, rakı içmeyi o kadar küçümsemeyin, bence. (wink yok mu, wink?!)

6 yorum:

Adsız dedi ki...

rakı iyidir,güzeldir de;biraz da eksiktir; kavunsuz,peynirsiz,haydari ve favasız..kısacası mezesiz...

Unknown dedi ki...

Bende yaklasik 1 senedir misirdayim.Buraya gelirken ancak free shoptan bulabiliyoruz rakiyi ama buranin en guzel tarafi rakiyi goturup bir restoranda icebiliyoruz.Bir sorun cikarmiyorlar.Meze pek bulunmuyor ama balik konusunda sorun yasamiyoruz.

mcege dedi ki...

valla ben mezesiz taraftariyim; ama tatli tatli mezesini secene de saygi duyarim.

verde dedi ki...

rakının sofrasını kuracaksın, mezelere dokunmayacaksın.

F.E.K. dedi ki...

buz gibi rakıyı sek koyacaksın yanınada acılı şalgam fazlasına gerek yok

Sir Douglas McGiven dedi ki...

Rakı candır, canandır. Tabi bazısı bunun suyunu çıkartır. Suyunu çıkartmaktan kastım sek içmek değil, abartmak. Rakı adaplı içkilerden biridir; ortamı bellidir. Çok nadir içilir rakı tek başına, makbul olanı 7-8 kişilik eş dost ile birlikte masa başında mezesiyle, muhabbetiyle gidendir. Bazısı mezesiz içer, olabilir tabi ama rakının belki de en güzel ve olmazsa olmaz mezesi muhabbettir.

Oturacaksın önce ülkeyi kurtaracaksın, sonra dünyayı fethedeceksin. Küfelik kıvama gelmenin mantığı yok. Rakı masasından çakırkeyf kalmak güzeldir.

Rakı ciddi anlamda bir Türk kültürüdür, değerini bilmek gerekir.