16 Eylül 2009

İlk Kan

Şampiyonlar Ligi'nin ilk gününü tamamlarken pek fazla tat kalmadı ağzımızda. Hatta canlı izlediğim maç için konuşacak isem yalnızca, o zaman hiç tat kalmadı diyebilirim. Kadrolara bakınca maçın 0-1 ya da 0-2 biteceğini az çok tahmin ettik hepimiz. Alex Ferguson "çok zorlamadan bir galibiyet alır mıyız"ın denemesini yaptı haftasonu oynayacağı derbiyi de düşünerek ve zorlanmış gibi görünerek maçı aldı.

Beşiktaş için çok mu önemli bu mağlubiyet? Hayır, ama farklı bir problem var. Burada Denizli'nin taktiğinden oyuncu seçimine, İbrahim Üzülmez'in oynamasından Bobo'nun oynamamasına kadar birçok hatadan söz edebiliriz. Bunlara bir itirazım veya onayım yok, işin teknik kısmını düşünmedim bile hiç kafamda. Ancak Beşiktaş'ın içine düşüyor gibi göründüğü "iyi mücadele ettik" tuzağı var beni rahatsız eden. Maç sonundaki röportajlara bakıyoruz, Büyük Mustafa dahil herkes şanssızlıktan dem vuruyor. İyi mücadele ettik, 77'de gol yedik, maç iki tarafa da gidebilirdi, Serdar'ın topu girse... Hadi canım ya. Şampiyonlar Ligi'nde Manchester United'a karşı kendi evinde oynuyorsun. Mücadele etmezsen bir gariplik var demektir. Mücadele etmenin yetmeyeceğini bilmiyorsan da bir gariplik var. Ve mâlesef bu garipliği sayısız defa yaşadık, çok tecrübeliyiz. Yeni bir sezon, yeni bir heyecan, ama bakış açısı benzer.

Beşiktaş bu maçtan "iyi yoldayız" gibi bir çıkarımla ayrılıyor gibi hissettim ben. Umarım bu hataya düşmez Mustafa Denizli, yoksa böyle şanssız 5 mağlubiyet daha alır.

Grubun diğer maçında da Wolfsburg zaten bariz olan "4. torbaya ait değiliz" mesajını net olarak verdi. Hücum yönü hayranlık uyandıran bu takımın geçen seneki peri masalını tekrar edemeyeceği kesin, ligde tökezliyorlar zaten. Ama CL'ye asılacaklardır, iki hafta sonra Old Trafford'da Alex Hoca da açık futbol tribine girerse güzel bir gol düellosu izleyebiliriz.

Ronaldo'nun iki frikik golü attığını duyunca heyecanlandık, ama goller vasat. Biri komik olmak üzere iki tane kaleci hatasıyla gecenin flaş skorunu almayı başardı Real Madrid. Zurich'in buraya ait olmadığı da görülmüş oldu. Grubun ikincilik adaylarını karşı karşıya getiren maçta ise beklenmedik bir sonuç çıktı. Seedorf'tan 2 nefis orta-pas karışımı ve Inzaghi'den iki net vuruşla birlikte gelen galibiyet Milan'ın hâlâ çok tehlikeli bir Şampiyonlar Ligi takımı olduğuna dair bir işaret mi, yoksa kötü futbolla birlikte gelen bir şans galibiyeti mi? Ya da asıl soru şu olmalı: Milan 3-4 sene önce olduğu gibi hâlâ kazanmayı en iyi bilen takım mı?

Bu sene oldukça iddialı gelen Fransız takımlarından da ilk hata veren Marsilya oldu. Oysa Bordeaux, Torino'dan 1 puanla dönerek iyi başladı. Aslında oynadıkları futbol seviyesi pek farklı değil de Marsilya bu işin kaşarı Inzaghi'ye çattı diyelim, daha güzel olsun.

Sezona felaket başlayan Atletico Madrid için de üzgünüm gerçekten. Sempatik kadroları gollü bir galibiyeti çağrıştırıyordu ki yakışıklı kaleci Dionisios Chiotis'e takıldılar. Hani kalede başkası da olsa çok değişmeyecek gibi bir maçtı esasında. Atak oynamaktan ziyade atak oynuyor göründü Atletico. Maçın en net pozisyonunu APOEL'in yakaladığını da notların arasına yazalım. Bu grupta Chelsea'nin zorlanmayacağını düşünüyorum. Stamford Bridge'deki oyunuyla hiçbir zaman hafife alınmaması gerektiğini bir kez daha gözümüze sokan Porto'ya saygı duymaya devam edelim. Atletico da devam etmeli, aksi hâlde kendilerini dışarda bulabilirler.

Bayern cephesinde problem yok. Bu kadar büyük takımın arasından eskisi gibi şampiyonluk adayı konumuna gelmeleri kolay değil. Yine de iyi hamleler yaptılar ve güzel kura çekerlerse (artı Ribery kalırsa, artı Robben sağlam kalırsa) yarı final yapabileceklerini düşünüyorum. En çok merak ettiğim ise sezon boyu kaç kez Thomas Muller-Gerd Muller benzetmesinin yapılacağı. Neyseki Ercan Taner Şampiyonlar Ligi anlatmıyor.

Hiç yorum yok: