27 Eylül 2009

Moskva slezam ne verit, Marat Safin

New York'ta satır aralarında kalan en buruk olaydı benim için. Clijsters'ın dönüşü, Oudin'ın çıkışı, Wozniacki'nin sonunda beklediğim çıkışı yapması, Del Potro, Marsel derken, yeterli alakayı görmedi bir ilk tur vedası..

Sevmediğim oyuncu çok yoktur, ki zaten bana göre tenis böyle de bir spor değildir. Oynayan değil, oynanandır biraz da mesele.

Yine de en favori oyuncularımdandı, hatta oyuncumdu, Marat Safin, elden ayaktan düşen bir boksörün dövüşlere devam etmesini andıran son zamanlardaki oyununun, kopyası bir maçla, 29 yaşında sessiz sedasız Grand Slam kariyerini bitirmesini izledik henüz ilk turda. Kasım'da, daha önce 2002 yılında ülkesi için ev sahibi Fransa'yı finalde geçip, Davis Kupası'nı kazandığı şehir olan ve her zaman en iyi tenisini oynadığı (Roland Garros'tan bahsetmiyorum tabi, Safin, Paris Masters'ta yaptığı 27 maçın 23'ünü kazandı, Boris Becker'le beraber bu turnuvayı 3 kez kazanan tek oyuncu.) Paris'te son turnuvasını katılıp, efsaneler arasındaki yerini alacak Safin ama New York seyircisi de eski şampiyonunu hakettiği gibi yolculamadı.



Renkli, hırslı, açıksözlü, komik ve karizmatik bir oyuncuydu Safin. Henüz 20 yaşında turun 1. sırasına çıktığında, bunu başaran en genç isimdi, yanlışım yoksa. 1 yıl sonra Hewitt bu rekoru haftalarla geliştirene kadar.

Küçükken aslında futbolcu olmak isteyen, Moskova'lı, Müslüman bir Tatar'dı. Çok da iyi bir buz hokeyi oyuncusuydu. Ama Moskova'nın önde gelen tenis akademilerinden birini işleten eski oyuncu bir babaya ve yine eskiden başarılı bir oyuncu olan, şimdiyse koçluk yapan bir anneye sahip olduğu için, kariyeri az-çok çizilmişti onun için. Annesi, 13 yaşına kadar onu çalıştırır ama Rusya'daki mevcut imkanlar oldukça yetersizdir ve oğlunu İspanya'ya, Valencia'da bir tenis akademisine götürür. Akademidekiler, Safin'in potansiyelini farkederler ve zengin bir İsviçreli müşterinin masraflara sponsor olmasıyla, Safin, 14 yaşında, ailesinden ayrı, yeni bir hayata başlar. Favori futbol takımının neden Valencia olduğunu da az çok anlayabilirsiniz bu durumda.

Safin'in yaş grubunda, özellikle bayanlarda önemli isimler vardı aynı tenis kulübünde. Dementieva ve Myskina, Safin'in annesinin öğrencileri idi. Kournikova'yı da unutmayalım. Şu an pek yakın olmasalar da, Kournikova, Safin'in çocukluk arkadaşı diyebiliriz, Dementieva ve Myskina ile beraber. Hatta daha küçükken Safin o kadar kötü oynamaktadır ki, koçlar onu cezalandırmak için sık sık Kournikova'yla oynatırlar. Hatta bir kez Kournikova'nın kazandığı ve Safin'in ağladığı söylenir. Aslında bu çok da yabancı bir metod değil. 15 yıl önce, küçük bir Alman kasabasında Boris adındaki sarışın çocuk da benzer şekilde, uzun burunlu sarışın bir kızla oynatılır. O kızın adı da Stefanie'dir, ya da daha bilinen şekilde Steffi.



Pireneler'de hayata alışan, İspanyolca'yı iyice öğrenen Safin, fiziksel olarak da hızla gelişir ve akademinin en yetenekli oyuncusu olarak koçları üzerine daha fazla düşmeye başlarlar. 1997'de, 17 yaşında profesyonel olur Safin ve henüz ilk maçında, Hollanda'da, bir Top 100 oyuncusu olan İtalyan Davide Sanguinetti'yi yener. İlk turnuvasında yarı final oynadıktan 2 ay sonra, Portekiz'de, sıralaması kendisinden yüksek oyuncuları yenerek ilk turnuvasını kazanır.

18 yaşında ilk 200'e girmiştir bile. İnsanların, kaşlarını kaldırıp, bu genç Rus'un adını bir kenara yazmaya başladığı yıldır 1998. Dünyanın dört bir yanındaki turnuvalarda, sıralamada daha üstte bulunan oyuncuları yener ve adım adım yükselir. Davis Kupası'nda ilk maçında Agassi'ye karşı çok iyi oynamasına rağmen set alamaz ama bir diğer ünlü Amerikalı oyuncu Jim Courier'le olan maçını 5. sete götürerek, eski dünya 1 numarası olan rakibine ecel terleri döktürür. Courier maçtan sonra Safin için, "Bu gelişimini sürdürürse, seneye ilk 50'ye girmemesi için bir sebep yok" der. Courier haklıdır ama Safin, Courier'in koyduğu bu hedefi gerçekleştirdiğinde geçen süre sadece 5 aydır.

18'lik Safin için sezon iyi geçiyordu ve takvimde Roland Garros'un zamanı geldiğinde 116. sıraya çıkmıştı bile. Turdaki genç yeteneklerden biriydi ve bu, ilk Grand Slam'i olmasına rağmen, onu bir üst kademeye çıkaracak ve adını iyice duyuracak turnuva olacaktı. İlk turda rakibi bir kez daha Agassi'dir. Agassi, sakatlığının da etkisiyle çok kötü bir sezonu geride bırakmıştı 97'de ve 98 onun için geri dönüş yılıydı. Top 100'ün dışında kalmıştı ama artık 20. sıradaydı (ki Agassi 122. başladığı o sezonu daha sonra 6. bitirecektir). Safin, Agassi'yi 5 setlik epik bir maçla ilk turda eleyip, büyük bir sürpriz gerçekleştirir. Agassi'nin ilk turda, elemelerden gelen bu 18 yaşındaki Rus'a yenilmesinin şoku atlatılmadan, 2. büyük sürpriz gelir. Aslında tablonun azizliğiyle 2. turda son şampiyon Gustavo "Guga" Kuerten'e düşmesi büyük bir şanssızlıktır ama 4. sete geride girmesine rağmen, 5 setlik epik bir zafer daha elde eder Safin. 4 .turda Pioline'e elenmesine rağmen turnuvanın en büyük yıldızlarından biriydi ve peri masalı devam ediyordu. 1998'i, 11 sene sonra son kez oynayacağı Grand Slam olan, US Open'da ilk kez oynarak kapatır. 4. turda Pete Sampras'a denk gelmese belki de daha da ilerleyebilirdi. Sampras, Safin'in hakkını her fırsatta verir, bu maçtan sonra da, "Ne ben, ne de bir başkası bu yaşta böyle oynamadı, eminim ki sadece 3 yıl sonra 1 numarayı ele geçirecektir." Safin, 2 profesyonel sezonun ardından artık Top 50'dedir.

2000 ise Safin'in altın yılıdır, her ne kadar sezona korkunç başlasa da. Avustralya Açık'ta daha ilk turda, elemelerden gelen 30'luk Güney Afrikalı Stafford'tan set alamamış ve hatta bu maçta yeterince ciddi oynamadığı için uyarı bile almıştı. 2 ay da maç kazanamamıştı. Bu periyotta Safin'in 23 raket kırdığı söylenir. Valencia'daki akademiden beri beraber çalıştığı İspanyol Mensua'yla yollarını ayırır ve eski oyunculardan Rus Andrei Chesnokov'la çalışmaya başlar. Chesnokov, şüphesiz Safin'in kariyerinde önemli bir yere sahip. Chesnokov, sessiz sakin yapılı, geri planda kalmayı seven, hatta çok büyük bir pul koleksiyonuna sahip, entellektüel biriydi ve bu sakin yapısı duygularını kontrol edemeyen genç Safin'e yardım edebilirdi. İlk iş olarak, Safin'in, büyük zamanını beraber geçirdiği İspanyol sevgilisi Silvia'dan nefes almasını sağlar. Oyununda da çok basit ve ufak değişikliklere giderler. Safin bu kısa sürede kortta daha kontrollü olmayı öğrenir, hem duygularında hem de gücünde.

Toprak sezonuyla beraber toparlanır ve üstüste finaller, şampiyonluklar ve iyi derecelerle bitirilen turnuvaların ardından kariyerinin o ana kadarki en büyük başarısına imza atar. 20 yaşında ilk Grand Slam'ini, US Open'ı, hem de Pete Sampras'ı kendi seyircisi önünde, set vermeden sadece bir buçuk saatte geçerek kazanır. Bu başarıyı izleyen 9 hafta boyunca, dünya 1 numarası olur Safin. Kaybettiği finalden sonra Sampras, "O, tenisin geleceği." der Safin için ve bir kez daha genç yıldızı över. Turnuvayı kazandıktan sonra katıldığı David Letterman'ın talk show'unda da (videolarda görebilirsiniz) bahsettiği gibi hemen Taşkent'e uçup, bir turnuva daha oynayıp kazanır. Bundan önce, bir Grand Slam kazandıktan hemen sonraki hafta turnuva oynayıp, kazanan isim Ivan Lendl'dır ve bunu 1985'te başarmıştır. Safin sezonu 2. bitirir. Boris Becker'dan sonra sezonu 2. bitiren en genç oyuncu olur. Aynı zamanda Mats Wilander'den sonra 21 yaşın altında, bir sezonda en az 7 turnuva kazanan ilk oyuncu olur.

Safin artık bir yıldızdır. Özellikle kadınlar, başta Moskova olmak üzere Safin'in her gittiği şehirde ve turnuvada ona ulaşmak, telefon numaralarını ulaştırmak için yarışırlar. Sadece normal hayranlar da değildir peşindekiler. İspanya'nın en popüler aktrisi Penelope Cruz, Safin'in hayatı boyunca gördüğü en yakışıklı erkek olduğunu söyleyip, niyetini belli eder. Safin'le, profesyonel tenisçi olan ablası aracılığıyla tanışıp çıkmaya başlayan Silvia ise kıskançlığın had safhasında, erkek arkadaşına kimseyi yaklaştırmamak için, gölge gibi takip eder her yerde. Bütün bu popülariteye rağmen Safin, bu durumdan tenis dışında pek para kazanamaz başlarda. Bu durum derken, reklam ve imaj haklarından bahsediyorum, jigololuktan değil. Öyle ki, hala ikinci el bir Volkswagen Golf kullanıyordur parlamaya başladığı zamanlarda ve anne-babasını US Open'a davet etmeyi bile karşılayamıyordur. Önce menajerini ve bu durumun yol açtığı koşullardan dolayı daha sonra da koçunu değiştirir. Fakat yeni Rumen menajeri de ufak bir isimdir ve bir anda dünyanın en umut veren oyuncusunu portföyüne almayı kaldıramaz.

2001'e iyi bir başlangıç arkasından gelen bel sakatlığı, kariyerinin en formda döneminde onu uzun bir süre kort dışında tutar. Bu arada eski dünya 1 numarası, sempatik insan Mats Wilander ile çalışmaya başlar, faydasını da görür. US Open'da yarı final yaparak geri döner ama kaybettiği süre onun sıralamada geri düşmesine neden olmuştur. Hız kesmeden, 2002 Avustralya Açık'ta final oynar ama doğumgünündeki maçta Johansson'a kaybeder. O gün yaptığı konuşma, kesinlikle en eğlenceli seremoni konuşmalarından biridir. Silvia'dan ayrılır bu arada, Melbourne'da box'ında Rus sosyetesinden güzeller güzeli Dasha Zhukova vardır. İsmi yabancı gelmeyebilir futbol camiasına, Abramovich'in çocuğunu bekliyor şu aralar kendisi. Safin, Roland Garros'taki yarı finalin ardından Wilander'le de yapamaz ve menajeri Amit Naor ve yakın arkadaşı Denis Golovanov'la çalışmaya başlar. Rusya'ya tarihinin ilk Davis Kupası'nı kazandırır.



Sakatlıklar Safin'in kariyerinde kuşkusuz çok büyük bir etkiye sahip. Ya olmasaydı diye düşünülebilir elbette ama belki de o zaman 2005 Avustralya Açık gibi efsane bir turnuvayı izleyemeyecektik. Hewitt'in ilk tur dışında, finale kadar filmi yapılabilecek maçları bir kenara, Safin'in yeni kral Federer'i 5 sette geçtiği yarı final maçı, tüm zamanlar içerisinde favori maçlarımdan biridir. Turnuva da baştan aşağı mükemmel bir turnuvadır. En favori turnuvamı, en favori oyuncumun kazanması güzel bir tesadüftü benim için. Arşivlenecek o kadar çok maç var ki oradan..



Nefret ettiği çimde, geçen sene yarı final oynaması çok enteresan bir detay aslında. Onun ne kadar yetenekli bir oyuncu olduğunun kanıtı da diyebiliriz. Rölantide gittiği ve sakatlıkların ona izin verdiği ölçüde rekabet eden bir oyuncunun, en zayıf olduğu zeminde, kariyerinin sonunda yarı final görmesi, Djokovic ve belki biraz da Lopez dışında önemli bir rakibi yenmemiş olsa da önemli bir başarı. Djokovic'i elediği maçtan sonra, aslında maçtan önce dönüş bileti aldığını açıklayacak kadar da rahat bir adamdır. Ya da Wimbledon'da yemek fiyatlarının fazla pahalı olduğunu söyleyecek kadar.

Kız kardeşi Dinara Safina ile kendi turlarında 1. sıraya çıkarak da, değişik bir rekora sahipler. Marat'ı, Dinara'nın maçlarında pek göremeyiz. Zaten çok fazla tenis izlemeyi sevmediğini söyler her zaman. Bu bazen aralarının kötü olduğu yönünde yorumlanır ama çoğu abi - kardeş gibi sıkı bir ilişkileri vardır aslında. Safin'in maçlarda her zaman boynuna taktığı yüzüklerden birisi kız kardeşinin hediyesidir. US Open'da elendiği maçtan sonra da basın toplantısında kendisinden çok, kız kardeşinden bahsetti ve son zamanlarda Safina'ya yapılan sıralama muhabbetine, dolayısıyla da Serena'ya güzel bir cevap verdi ve kardeşini korudu.



Evet, belki daha çok turnuva kazanabilirdi veya daha uzun süre 1 numarada kalabilirdi. Daha popüler olabilirdi. Elinden geldiği kadar oyununu oynamaya çalıştı, rekabetçi kaldı. Vücudu ona bazen izin vermedi, bazen sinirleri buna engel oldu ama neler yapabileceğini insanlara gösterdi bence kariyeri boyunca Marat Safin. Ve kesinlikle NY'ta daha iyi bir vedayı hakediyordu.

Biraz uzadığının farkındayım ama favori atletlerimden biri için yazdım ve bir şey atlamak istemedim. Eğlenceli videolar var yazı içinde, yapacak daha iyi bir işi olmayanlar göz atsın derim.

2 yorum:

pompelmo dedi ki...

Dinara sormuş buna "günde ne kadar çalışmam lazım" diye, beyefendi "bir saat, günde bir saat yeter" demiş.

Bu oyunu sevmiyordu ve gerektiği kadar çalışmıyordu. Olabileceğini olamamasının, oyununu uçuşkan olmasının, bu kadar çok hata yapmasının sebebi bu.

aliye dedi ki...

baştan sona çok büyük keyifle okudum, tam olarak düşüncelerimi yansıtan bir yazı olmuş. vedasıyla beni en çok üzen iki tenisçiden birisidir safin (agassi ile birlikte). sahip olduğu yetenekle çok daha iyi işler yapmış olabilirdi. erken veda etmeyi seçmese bundan sonra da yapabilecekleri vardı. ama o tenisi hayatının 1 numaralı önceliğine koymayı tercih etmedi hiç. çok renkli, çok yetenekli ve sıradışı bir tenisçiydi. bana tenisi sevdiren, tenis izlemekten keyif almamı sağlayan tenisçilerden birisiydi. doğrusu onu izlemeyi çok özleyeceğim.
bu mükemmel yazı için tekrar teşekkür ederim.