Barcelona, rüya gibi geçen sezonunu rüyalarda bile zor görülecek bir finalle neticelendirdi. Maçtan önce gol değil, goller ile kaybedeceklerini düşünüyordum, beni son bir kez daha madara ettiler oynadıkları ve oynatmadıkları futbolla.
Öncelikle, Man Utd’ın rakibi durdurmak adına bir Chelsea olmadığını gördük. Bununla birlikte, nedense ligdeki tempo ve konsantrasyon seviyelerinin yanından bile geçemediler. Sezon içinde pek çok maçta olduğu gibi Ronaldo’nun erken kahramanlık denemeleriyle başladı maç, istediği gibi hızlanıp istediği gibi şut atıyordu ama zayıf savunmayı topu sürmekten ziyade kenarlardan gelecek toplara yapacağı koşularla zorlaması daha mantıklı gibiydi sanki. Man Utd’ın orta saha ve hücum hattı arasındaki kopukluktan bahsetmemek olmaz. Hoş, Rooney’nin fazlasıyla çizgiye gömüldüğü, tabiri caizse Ferguson tarafından Puyol’un kafesine kapatıldığı bir ortamda Ronaldo’nun dışındakilerin hücum kurgusuyla bir alâkaları olmadığını söylemek çok da abes kaçmaz herhalde.
Ferguson, Chelsea modelini birebir uygulamaya çalışarak ilk büyük hatasını yaptı. Bütün sezon Man Utd’ı takip etmeyip, sadece bu maçı ya da Man Utd’ın bu seviyede kaldığı birkaç maçı izleyen biri, rahatlıkla Cavaliers-Magic serisini izleyip Cavs’ın bulunduğu yeri hak etmeyen bir takım olduğunu düşünmek gibi bir yanılgıya kapılabilir. Man Utd orta sahası, oyunu iki yönlü oynayan oyunculardan kurulu değil. Dün, Park bu işi beceren yegane oyuncu idi beyaz formalılar arasında, o da Rooney gibi hiç alışık olmadığı şekilde çizgiye hapsoldu. Halbuki Ferguson bildiğinden şaşmasa, Berbatov’u zayıf defansın arasına sokup arkadan Ronaldo-Rooney-Giggs üçgeni ile gelip orta sahayı Carrick ve Park’a emanet etse, belki de oyunu daha fazla rakip yarı sahada oynayıp Barcelona’nın kusturacak pas trafiğine girmelerini engellerlerdi.
Man Utd, beraber hücum edip beraber savunma yapmaya alışmış bir takım. Belki de bu yüzden Ronaldo sistem dahilinde yeteneklerinin sadece belli bir kısmını kullanma özgürlüğüne sahip. Ancak çizgide iki orta oyuncusu olunca, arkalarında da Anderson dışında iki yönlü oynayan oyuncu olmayınca Xavi ve Iniesta istedikleri bütün pasları maç başında atmaya başladılar. Vidic bu durum karşısında error verdi, önce Eto’o gibi çalımlarından ziyade vuruşlarıyla bildiğimiz bir oyuncuya madara oldu, sonra da üst üste hatalarla maçtan düştü. Barcelona zaten öne geçtiyse, rakip takıma geçmiş olsun. Dakikalar ilerledikçe onların pas karmaşası içinde yorgun düşüp, gitgide daha az top kullanmaya başlıyor ve bu az bulduğunuz şanslarla da acele edip batırıyorsunuz. Sonrası siesta… Messi’nin golü, sayısız ikiye iki, üçe üçler, kanat boşken pas geçilip geri dönülen toplar, vs.
Ben açıkçası dün çok erken gol ve 80 dakikaya yayılan temposuz paslar sebebiyle maçtan zevk alamadım. Ama Barcelona’nın hakkını vermek lazım. Dünkü Barcelona kadar eksik olan hiçbir takım bu kadar üst düzey oynayıp, rakibini madara edemezdi. Bazı takımlarda 2-3 kilit oyuncu dışındaki eksiklikler halinde daha az kapasiteli oyuncular çıkıp aynı görevi sırıtmadan yaparlar. Bu durum genelde detaylara iyi çalışmış, savunma kurgusu-hücum planı gibi şeylerin çok daha üzerinde hazırlanmış, kurgulanmış, hatta neredeyse ezbere oynayan takımlarda olur. Dün Busquets ve Sylvinho da bu tip hatasıza yakın performanslarıyla sivrildiler. Xavi maçın yıldızı seçildi, neredeyse hatasız oynadı. Arsene Wenger’in Fabregas hakkında kurduğu bir cümle geldi aklıma, ayağına her top geldiği anda durdurup oyuncuların dizilişine bakın, Fabregas her zaman en doğru yere pas atar şeklinde bir yaklaşımı vardı Fabregas’ın özel yetenekleri hakkında. Xavi de aynı tip bir oyuncu. Bu tip oyuncular da kusursuza yakın kurgulanmış, maçta meydana gelebilecek her türlü detaya çok iyi hazırlanmış takımlarda yükselirler.
Vasat bir Henry, orta sahayı toparlayan Toure’nin defansta olması, dolayısıyla Abidal ve Alves’le birlikte eksik sayılabilecek durumda olması gibi faktörler hep Man Utd’ı gösteriyordu. Üzerine Chelsea’nin karşısında düştükleri durumu koyun. Favori Man Utd idi, ama Barcelona her anlamda rakibini ezdi, geçti. Hem psikolojik, hem fizik, hem teknik, hem de klas bakımından.
Burada bir parantez de Guus Hiddink ve Chelsea’ye açmak lazım. Bu sezon Barcelona’ya karşı kora kor, hatta üstün oynayan tek takım Chelsea idi. Bana ve pek çok futbolsevere göre de finalin hak eden tarafıydılar. En önemlisi, oyunun iki tarafını da oynayan bu kadar çok oyuncuyu toplamayı başarmaları, yani kadro mühendisliğini iyi kıvırmaları ve kadronun büyük bir bölümünün 3-4 sene daha beraber oynayacak yaş ve açlıkta olduğu gerçeği. Bir de, Mourinho sonrası dönem üzerinde ciddi bir analizde fayda var. Mourinho bu kadroyu kurmak üzereyken saçma transferler, Abramovich baskısı ve biraz da küçümsenmesi sonucu ayrılmak zorunda kaldı. Bu konu üzerine bir yazı yazacağım ilerleyen günlerde, ancak şimdilik Barcelona, seneye hırslanmış bir Man Utd, Mourinho’nun şablonunu daha iyi uygulayacak olan Inter, ölü toprağını atmasını beklediğim Juventus ve Milan ile baya zevkli bir Şampiyonlar Ligi’nin hayalini kurmaya başladım.
Maçtan bazı notlar:
- Guardiola her nedense İtalyan futboluna ve Maldini'ye armağan etmiş kupayı, İtalyan mısın kardeşim, ne alâkası var?
- Maçtan sonra Barcelona'daki kutlamalarda 100 civarı taraftar tutuklanmış, fena eğlence döndü herhalde. Roma'da da baya olaylı kutlamalar var, yakışır.
- Henry ilk defa Şampiyonlar Ligi kazandı.
- Man Utd, bu kupayı back-to-back kazanacak ilk takım olabilirdi.