19 Temmuz 2011

Kadınların Kupası

Ben kadın futbolu izleyicisi değilim, birkaç ünlü isim dışında oyuncuları tanımam, ülkelerin oyun yapılarından pek anlamam. Bayan yerine kadın kelimesinin kullanılmasının da tutkulu bir savunucusu değilim. Hiçbir farkı yok bence. Ancak kısa süre önce tamamlanan ve Japonya'nın sürpriz bir şampiyonluk aldığı dünya kupasını mümkün olduğunca takip etmeye çalıştım. Ve inanır mısınız keyif aldım. Harika futbol oynandığı, müthiş goller atıldığı için değil. Hâlâ kaleciler kalecilikten çok uzak. Hâlâ üst düzey takımlar dışındakilere karşı belli başlı "bug"lar kullanılarak sonuca gidilebiliyor.

Öte yandan ülkemizin erkek futbol ligi ile ilgili yaşanan malum gelişmeler sonrası soğuduk bizim bildiğimiz haliyle futboldan. Ciddi paraların döndüğü bir çok spor profesyonel spor organizasyonunda bu tip şeylerin yaşanabileceği aklımıza geliyordu ve "delil" niteliği taşımasa da gözle görülebilecek kadar net bazı şike ve benzeri endüstri ürünlerini tespit edebiliyorduk. Oysa şimdi iş açığa çıktı ve kafalar fena hâlde bulandı. Dönem dönem komplo teorisi üretme işlerine giren biri olarak (bundan seneler önce batug.com'da çıkan first ever yazım NBA'de dönen bazı dümenler üzerineydi mesela, okuyucu yorumu gibi bir şeydi zaten, kimsenin hatırlayacağını sanmıyorum) sadece Türkiye ligiyle ilgili değil, severek takip ettiğim bir çok ligle ilgili kaygılar taşımaya başladım.

İşte kadın futboluna bu sebepten sardım bir süreliğine. Aşırtma golleri, yapılamayan driblingleri (Marta hariç tabi), topu bir türlü uzaklaştıramayan defansları, altıpas civarına atıldığı zaman kaos yaratan kornerleri görmezden geldiğim an oyundan keyif almaya başladım. Oyunu beceremiyorlar belki ama en azından temiz oynadıklarına dair şüphem yok. Tecrübe gereği yapıldığı iddia edilen ince kural suistimallerine girmiyor kimse, hakemlere yıldızları koruma gibi saçma sapan misyonlar yüklenmiyor, zaman geçirme eser miktarda. Sahadaki futbolcuların başka hiçbir dış faktörü düşünmeden (para, imaj, sakatlık, transfer gibi) oynadığını hissedebiliyorsunuz.

Sonuçlar da olabildiğince adil çıkıyor bu şartlarda. "Futbolun adaleti yok" klişesini sarsıyor. Takım oyununun ne demek olduğunu güzel anlatan, fakat çok bir ismi olmayan Japonya, Almanya gibi bir devi Almanya'da yenebiliyor. Ve bunun tek sebebi daha iyi futbol oynamaları.

İşin yorum kısmına girmeyeceğim, dediğim gibi anlamıyorum. Aklımda kalan bir kaç not var, onları ileterek bitireyim.

- Amerikan'ın kalecisi Hope Solo'yu sanırım artık herkes tanıdı. Zamanında blog yazarlarımızdan Benicio yaptığı listede yer vermişti kendisine. Turnuva boyunca da twitter takipçilerini baya bir arttırmış duyduğuma göre. O ağlayınca biz de ağlamış sayıldık.

- Marta hakikaten inanılmaz bir futbolcuymuş. Hep anlatırlardı da inanmazdım. Brezilya'nın takım performansı ise tam bir hayal kırıklığı.

- Almanya şampiyonluğu en büyük favorisiydi, ama daha en başından eski dominantlıkları olmadığını hissedebiliyordunuz. Yine de şaşırdık tabi. Grup maçlarının ardından 1,80-2,00 civarı oranlarla tüm bahis sitelerinin şampiyonluk favorisi onlardı. Japonya ise yanlış hatırlamıyorsam 9-10 civarı bir şey veriyordu.

- Megan Rapinoe'nun Kolombiya'ya attığı gol sonrası sevinci tüm zamanların en orjinallerinden biriydi sanırım. Tarzı ve futboluyla da favorilerimden biri oldu kendisi. Vakti olan araştırsın, resimlerine baksın, röportajlarını okusun.

Hiç yorum yok: