14 gün, 256 oyuncu, 254 maç ve 2008'in GS'i sona erdi. Olağan şüphelilerin olmadığı final, değişiklik arayanlar için iyi oldu aslında. Böylece 2008 AO da tarihte yerini aldı.
JW'in babası Didier Tsonga, insanların değil ülke isimlerinin değiştiği Zaire ya da yeni adıyla Kongo'lu eski bir hentbol oyuncusu. 1974'te, yaşadığı Brazzaville'den başkent Kinşasa'ya gelebilmek için sallarla Kongo Nehri'nin geçen binlerce Zaire'liden biri. Amacı Rumble in the Jungle'ı yani George Foreman - Muhammed Ali maçını seyredebilmek, stadyuma giremese de günlerini yerel halkla içiçe geçiren Ali'nin yakınında olabilmek. Didier Tsonga hentbol oynayabilmek için Fransa'ya yerleşmeden önce, 20 Mayıs Stadyumu'nda "Ali Bomaye!"(Ali, Kill Him!) diye bağırmış ve efsaneyle beraber fotoğraf çektirebilmiş şanslı bir adam. 11 sene sonra doğan oğlunun büyüdükçe 1974'teki o efsanenin yüzünü ve inatçılığını alması ya tanrının bir armağanı ya da efsanenin Evelyne Tsonga'yla muhtemel bir münasebetini olarak açıklanabilse de Ali'nin 1984'te Parkinson olması bizi sevimsiz 2. şıktan kurtarmakta. Nadal'ı sürklase ettiği yarıfinal maçının jeneriği, King of Clay vs. King Clay olabilirdi bak, şimdi aklıma geldi.
Tsonga'nın finale kadar oynadığı oyunla seyircinin de onun yanında olacağını tahmin ediyordum, öyle de oldu. Korta çıktığında inanılmaz bir gürültü koptu, o an dizlerinin titrediğine eminim Tsonga'nın. Djokovic ise daha sakindi, hatta seyircinin Tsonga'ya kaydığının farkında ve belki de bu yüzden suratı biraz asıktı. Sadece bir servisçi olarak nitelendirmenin biraz haksızlık olacağı Tsonga, yine de oyununun en güçlü tarafı olan servisini kırdırarak başladı ilk oyunda ki, bu ne kadar heyecanlı olduğunu gösteriyordu. Ama daha sonra, biri hemen sonraki oyun olmak üzere, iki kez kırdı Djokovic'i ve seti de baseline'ın gerisinden inanılmaz bir forehand passing shot, ardından da spektaküler bir lob'la kazandı. Turnuva boyunca gördüğüm en iyi puanlardan ikisiydi bunlar ki Tsonga bunu final maçında arka arkaya yapmıştı. Ama sonra Djokovic en önemli iki özelliğini masaya koydu ki, bunlar maçı ona getirdi. 2.setten itibaren inanılmaz return yapmaya başladı ki şöyle anlatayım. O ara Tsonga'nın ilk servislerinin oyuna girme oranı %75'ler seviyesindeydi, ki bunlar çok güçlü servislerdi, ama Djokovic çok iyi return'lerle oyunu kontrol altına aldı. Tartışılabilir olarak, tamamen subjektif görüşüm, Agassi'den beri gördüğüm en iyi return'cülerden biri Djokovic ki oyun stili olarak baseliner bile değil. Ama all-around stili ve diğer bir önemli özelliği mental dayanıklılığı rakibini çok yıpratıyor. Tsonga da yıprandı ve sonuç olarak Djokovic gerçekten de hakettiği bir şampiyonluk kazandı.
Djokovic'in Federer'le karşılaştırıldığı bu günlerde, hiç de fena olmayan bir karnesi var. AO'ı kazanan en genç 4. tenisçi oldu.
JW'in babası Didier Tsonga, insanların değil ülke isimlerinin değiştiği Zaire ya da yeni adıyla Kongo'lu eski bir hentbol oyuncusu. 1974'te, yaşadığı Brazzaville'den başkent Kinşasa'ya gelebilmek için sallarla Kongo Nehri'nin geçen binlerce Zaire'liden biri. Amacı Rumble in the Jungle'ı yani George Foreman - Muhammed Ali maçını seyredebilmek, stadyuma giremese de günlerini yerel halkla içiçe geçiren Ali'nin yakınında olabilmek. Didier Tsonga hentbol oynayabilmek için Fransa'ya yerleşmeden önce, 20 Mayıs Stadyumu'nda "Ali Bomaye!"(Ali, Kill Him!) diye bağırmış ve efsaneyle beraber fotoğraf çektirebilmiş şanslı bir adam. 11 sene sonra doğan oğlunun büyüdükçe 1974'teki o efsanenin yüzünü ve inatçılığını alması ya tanrının bir armağanı ya da efsanenin Evelyne Tsonga'yla muhtemel bir münasebetini olarak açıklanabilse de Ali'nin 1984'te Parkinson olması bizi sevimsiz 2. şıktan kurtarmakta. Nadal'ı sürklase ettiği yarıfinal maçının jeneriği, King of Clay vs. King Clay olabilirdi bak, şimdi aklıma geldi.
Tsonga'nın finale kadar oynadığı oyunla seyircinin de onun yanında olacağını tahmin ediyordum, öyle de oldu. Korta çıktığında inanılmaz bir gürültü koptu, o an dizlerinin titrediğine eminim Tsonga'nın. Djokovic ise daha sakindi, hatta seyircinin Tsonga'ya kaydığının farkında ve belki de bu yüzden suratı biraz asıktı. Sadece bir servisçi olarak nitelendirmenin biraz haksızlık olacağı Tsonga, yine de oyununun en güçlü tarafı olan servisini kırdırarak başladı ilk oyunda ki, bu ne kadar heyecanlı olduğunu gösteriyordu. Ama daha sonra, biri hemen sonraki oyun olmak üzere, iki kez kırdı Djokovic'i ve seti de baseline'ın gerisinden inanılmaz bir forehand passing shot, ardından da spektaküler bir lob'la kazandı. Turnuva boyunca gördüğüm en iyi puanlardan ikisiydi bunlar ki Tsonga bunu final maçında arka arkaya yapmıştı. Ama sonra Djokovic en önemli iki özelliğini masaya koydu ki, bunlar maçı ona getirdi. 2.setten itibaren inanılmaz return yapmaya başladı ki şöyle anlatayım. O ara Tsonga'nın ilk servislerinin oyuna girme oranı %75'ler seviyesindeydi, ki bunlar çok güçlü servislerdi, ama Djokovic çok iyi return'lerle oyunu kontrol altına aldı. Tartışılabilir olarak, tamamen subjektif görüşüm, Agassi'den beri gördüğüm en iyi return'cülerden biri Djokovic ki oyun stili olarak baseliner bile değil. Ama all-around stili ve diğer bir önemli özelliği mental dayanıklılığı rakibini çok yıpratıyor. Tsonga da yıprandı ve sonuç olarak Djokovic gerçekten de hakettiği bir şampiyonluk kazandı.
Djokovic'in Federer'le karşılaştırıldığı bu günlerde, hiç de fena olmayan bir karnesi var. AO'ı kazanan en genç 4. tenisçi oldu.
Mats Wilander, 1983 | 19 yıl - 111 gün |
Stefan Edberg, 1985 | 19 yıl - 323 gün |
Mats Wilander, 1984 | 20 yıl - 109 gün |
Novak Djokovic, 2008 | 20 yıl - 250 gün |
GS karnesi de oldukça iyi, genç yaşına rağmen Wimbledon ve RG'da yarı final, US Open'da final ve AO'da şampiyonluk gördü. Federer'in ilk GS'ini 22 yaşında kazandığını düşünürsek, etkileyici dememek imkansız, gelişimini de göz önüne alırsak. Tsonga kazansaydı, efsanevi Arthur Ashe'den beri GS kazanan ilk siyahi tenisçi olacaktı, olamadı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder