04 Eylül 2009

Chelsea'yi bekleyen tehlike

Chelsea'ye gelen transfer yasağından az çok haberiniz vardır hepinizin. Bilmeyenler için toparlamak gerekirse, genç yetenek Gael Kakuta'nın Lens'dan transferi sırasında yapılan usulsüzlük nedeniyle FIFA, hem Kakuta'ya hem de Chelsea'ye ağır bir ceza verdi. Chelsea, önümüzdeki iki transfer periyodunda hiçbir yeni oyuncuyla imzalayamayacak. Bu devre arasında veya önümüzdeki yaz sıfır transfer demek ki, Chelsea gibi alışverişi seven bir kulüp için çok ağır bir ceza. Neden mi? Birazdan anlatacağım.

Chelsea büyük ihtimalle çok sert bir itiraz edecektir FIFA'ya, muhtemelen de bir indirim falan alacaktırlar. Roma da Mexes transferinde benzer bir ceza almıştı ama cezaları 2'den 1 transfer dönemine inmişti. Fenerbahçe'nin geçen hafta elediği Sion da Al-Ahly'den aldığı Mısırlı kaleci Essam El Hadary'nin transferinde usulsüzlük yapmış ama aldığı ceza dondurulmuştu. Matuzalem'in Shakthar'dan Zaragoza'ya geçtiğinde de, İspanyol takımın büyük bir para cezası aldığını hatırlıyorum.

2005'te Frank Arnesen'in staff'a katılmasının ardından Chelsea sadece A takım için değil, alt yaş kategorilerinde de yetenekli oyuncuları birer birer kadrosuna kattı. Şu an Chelsea'nin kadroda yer bulamayan, hem kendi akademisinden hem de değişik ülkelerden topladığı birçok genç oyuncusu var.


Blackburn'e kiraladıkları 89'lu Arjantinli forvet Franco Di Santo bu sene Premier Lig tecrübesi kazanacak, Di Santo aynı zamanda Arjantin U20 takımının değişmezlerinden. Bu sene Manchester City'den aldıkları 89'lu forvet Dean Sturridge'ın gelecekte milli takımın değişmezlerinden biri olması bekleniyor. 88'li Sırp orta saha oyuncusu Nemanja Matic bu yaz Kosice'den alındı, milli takımda yer bulan bir yetenek. Yine Twente'de kiralık oynayan 89'lu defans oyuncusu Slobodan Rajkovic ve 89'lu Slovak forvet Miroslav Stoch var. Wolves'a kiralanan altyapı ürünü 88'li İngiliz stoper Mancienne, yaş gruplarında milli takım kaptanlığı yapmış bir oyuncu. Yine 89'lu defans oyuncusu Sam Hutchinson da Mancienne gibi Chelsea akademisinden. Bu sene Wigan'da bulunan 89'lu forvet Scott Sinclair de devamlı olarak genç milli takımlarda yer alan bir isim. Bunların dışında daha küçük yaş gruplarında (90+) Kakuta gibi, aralarında Türk oyuncu Gökhan Töre'nin de olduğu, birçok oyuncu var. Uzatmayalım, bu işi takip eden ve bu oyuncuları benden daha iyi bilenler mutlaka vardır ve bu çocuklar hakkında dünya kadar yazı yazılmıştır şimdiye dek. Herneyse.

Önümüzdeki Ocak ayında Afrika Kupası var. Kalou, Drogba, Essien ve Mikel'den yararlanamayacaklar. Mesela Anelka'nın olası bir sakatlığında forvette ellerinde sadece genç Sturridge kalacak. O periyotta takviye yapamamak Chelsea'nin opsiyonlarını kuşkusuz kısıtlayacak.

Eğer cezada indirim olmaz ve gelecek yaz da transfer yapamazlarsa, yukarıda saydığımız oyunculardan mutlaka yararlanmak durumunda kalacaklar. Aynı zamanda da transfer teklifi alan oyuncularına veya kontratında zam isteyen oyunculara karşı, transfer yapamayacakları için, ellerinde koz olmayacak.

Tabi bütün bunlar kriz senaryoları, cezanın Chelsea'ye uzun maratonda verebileceği handikaplar. Benim görüşüm, itiraz kabul edilir. En kötü indirim yapılır ve tek dönem transfer yasağıyla iş kapanır.

03 Eylül 2009

Top 10 - Güzel Futbolcular

10 - Natasha Kai - ABD

Listenin en tarz kızı. Doğma büyüme Hawaii'li, dolayısıyla da iyi bir sörfçü. Resimden de anlayacağınız gibi en az 20 tane dövmesi var. Hawaii, Filipin, Çin ve Kafkas kökleri var Tasha'nın. Ömer Onan'ın bayanlar futbolu oynadığını düşünün, o tip bir stili var. Brezilya maçından bazı görüntüler izlerseniz, ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz.


9 - Amandine Henry - Fransa

Amandine henüz 19 yaşında, Fransa şampiyonu Lyon'da (evet! bayanlarda da lyon!) orta saha oynuyor, kupa töreni resminde onu görmekteyiz. Şu an Finlandiya'daki Avrupa Şampiyonası'nda oynayan Fransa takımının en genç oyuncusu.


8 - Corine Franco-Petit - Fransa

Corine de Lyon'dan, sağ bek ve ön libero oynayabiliyor. Az önce penaltılarda Hollanda'ya elenen Fransa'da penaltı kaçıranlardan biriydi. Ama onu asıl gözönüne getiren kaçırdığı penaltı değil, iki takım arkadaşıyla bayanlar futboluna dikkat çekebilmek için verdiği nü pozlar.


7 - Kosovare Asllani - İsveç

İsveç'in 89 doğumlu yeni 10 numarası. Aslen Kosovalı. Balkan göçmeni olması, kendine güveni ve sahada da bayan futboluna oranla teknik ve hızlı bir oyuncu olması yüzünden ona Zlatan diyorlar.


6 - Marie Bjerg & Camilla Sand Andersen - Danimarka

Hangisini liste dışı bırakacağıma karar veremedim, birbirlerine de benziyorlar, ikisini de aldım.

Marie 21 yaşında, savunma ve orta sahada oynayabiliyor. Camilla ise 23 yaşında ve takımın yeni 10 numarası. İki şirin sarışın Danimarka'dan.


5 - Louisa Nécib - Fransa

Louisa Nécib, listedeki diğer Fransızlar gibi Lyon'da oynuyor ve Fransa'nın yeni yıldız adayı. Cezayir asıllı olması, ofansif orta saha oynaması ve Marsilyalı olması gibi 3 tipik neden, Zidane muhabbetini de yanında getiriyor (aynı Samir Nasri'de olduğu gibi).


4 - Alex Morgan - ABD

Alex, daha 20 yaşında ama ABD'nin en büyük genç yeteneklerinden biri. Sporcu bursuna sahip olsa da Berkeley'i seçmesi kafasının çalıştığını gösteriyor. Üstelik hem güzel hem de forvet. U2o Dünya Şampiyonası finalinde Kuzey Kore'ye attığı harika gol turnuvanın en güzel golü seçildi.


3 - Johanna Almgren - İsveç

Ronaldinho'nun zevkine katılıyorum ben de. Evet, Ronaldinho'nun Pekin'de görüp, birkaç saat içinde evlenme teklif ettiği ve reddedildiği kız Johanna.


2 - Anouk Hoogendijk - Hollanda

Hollanda bu akşam penaltılarla Fransa'yı eledi, sonucu belirleyen Popescu penaltısını da Anouk attı. Orta saha oynuyor ve hakkaten güzel kız, Ceyhun Eriş de olsan o takımda, sırıtarak her topu pas verirsin, o derece.


1 - Hope Solo - ABD

Listenin 1 numarası, pozisyonuna uygun bir şekilde bir kaleci. Karizmatik bir kız ve adı gibi değişik bir tarzı, içine düşülecek gözleri var. 2007 Dünya Kupası'nda yarı finale kadar sadece 2 gol yiyerek gelir ama yarı finaldeki Brezilya maçında istatistik delisi klasik Amerikalı antrenörü totem yapmaya karar verir ve 3 sene önceki Atina olimpiyatlarında Brezilya'ya karşı hem grupta hem de finalde çok iyi oynayan, kariyerinde de Brezilya'ya karşı oynadığı bütün maçları kazanan ama 3 aydır maç yapmamış olan ve 36 yaşına gelen yedek kaleci Briana Scurry'i oynatmaya karar verir. Dünyanın en yetenekli oyuncusu kabul edilen Brezilyalı Marta'nın o efsane golü attığı maçta, ABD 4 yer ve Solo da hocasına postayı koyar. 1 sene sonra Pekin'de Solo'nun ilk 11 çıktığı ABD, aynı Brezilya'yı gol yemeden yener ve Solo'nun devleştiği maçta altın madalyayı kazanır.


Not: İşin dozunu kaçırıp erotik modelliğe başlayan Brezilyalı Laisa Andrioli veya futbol yıldızlığından porno yıldızlığına geçen Alman Eva Roob gibi isimleri listeye dahil etmedim ki, amatör ruhumuzu kaybetmeyelim.

02 Eylül 2009

US Open 2009 #2 - Peter Polansky

Marsel gibi elemelerden gelen bir diğer genç oyuncu hakkında birşeyler yazmak istedim bugün. Bahsetiğim isim 21 yaşındaki Kanadalı Peter Polansky. İlk turda Guillermo Garcia-Lopez'e elendi ama bundan bahsetmeyeceğim tabi, bu genç adamın tenis kariyerinin başlamadan bitme tehlikesine ne kadar teğet geçtiğini gösteren hikayesine göz atalım.

2006 Nisan'ında Kanada milli takımı, Davis Kupası için Meksika'ya gittiğinde kafiledeki yedek oyunculardan biri de 18 yaşındaki Peter'dı. 2 gün sonra oteldeki odasında uyurken, sabaha karşı uyandı ve odada elinde bıçakla kendisine doğru gelen biri olduğunu zannetti. Gerçekten odada biri var mıydı, yok muydu bilmiyoruz çünkü annesinin söylediğine göre zaman zaman uyurgezer rahatsızlığı çeken Peter olanları tam olarak hatırlayamıyor. Neden mi? Çünkü o panikle kendini 3. kattaki odasınının penceresine doğru atıyor. Kırık camlarla beraber 3. kattaki odasından otelin bahçesindeki çalılıklara düşen Polansky, otel görevlileri onu bulana dek vücudundaki kesiklerden akan kanlar içerisinde, sol bacak calf'i kesilmiş, ama mucize eseri hiçbir kemiği kırılmamış olarak yatıyor. Daha sonra doktorların söylediğine göre bacağındaki bir kesik, atardamarını milimetrelerle ıskalamamış olsa olacakları düşünmek bile kötü. Doktorların ameliyata karar vermeleri 62 saat sürüyor ve sonuç olarak 5 saat süren, 400'den fazla dikişin atıldığı ameliyat başarılı geçiyor. Daha 18 yaşında ve spor üzerine kariyer yapacak olan bir çocuk için kuşkusuz korkunç bir deneyim olmalı.

Ameliyattan sonra yürümeye başlayabilmesi için en az 6 ay geçmesi gerektiğini söylese de doktorlar, Peter 2. ayın sonunda tekerlekli sandalyeyi atmış ve 3. ayın sonundaysa, zorlu ve yoğun rehabilitasyon seanslarının ardından raketini alıp servis atmaya başlamış. Birkaç hafta sonraysa tamamen iyileşip, antremanlara başlamış.

Elbette sakatlığın geliş zamanı çok kötü, henüz oyununu şekillendirme evresindeki genç bir oyuncu için. Bu yüzden Polansky'nin çıkışı ancak bu seneye sarktı. Bu yıl Wimbledon'ı saymazsak 3 GS'e de elemelerden katılıp, ilk turda 5'er setlik maçlarla elendi. Montreal'de, evinde oynadığı Rogers Cup'ta ikinci turda da Djokovic'e karşı umut veren bir oyun oynadığı konuşuluyor. Şu an Top 200'de ve kariyerinin en iyi derecesi bu, zamanla daha da yükseleceğini tahmin etmek zor değil. Daha da önemli olan, Polansky'nin gösterdiği azim ve birçok insanın vazgeçeceği şartlarda kendisini zorlayıp istediği şeyi yapmaya devam etmesi.

Milliyet Comedy Club

Forward mail'leri genelde okumadan silerim, bu sabah nedense baktım. Milliyet'in ana sayfadan verdiği "tıkla-gör" tipi bir internetten bulunma bir galeri/haber söz konusu. Resimlerde, Rusya'daki eski merdivenlerin, engelli insanlar için nasıl tekrar modifiye edildiğini gösteriyor. Önce öylesine baktım galeriye biraz, sonra asıl punch-line'ın başlıkta olduğunu farkettim, "Merdiven Komedisi". Biz hallettik ya bu konuyu, bakın Ruslar'la dalgamızı bile geçiyoruz.

Ayranı yok içmeye, merdivenle gider .......

01 Eylül 2009

2.08: Rekora 1 cm


Eurosport'ta sabah izleyebildim atlayışı. Kendi evinde, Zagreb'de, ilk hakkında çok rahat geçti 2.08'i ve tarihin en iyi ikinci derecesi artık ona ait. Atlayış rahat gibi gözüktü bana, en azından rekoru egale edebilirdi 2.09 deneseydi. Pekin'den sonra rekoru kıramayacağını düşünmeye başlamıştım ama Zagreb performansını görünce Vlasic'in yavaş yavaş o noktaya geldiğini hissetmeye başladım. Bu arada 2.08'lik atlayışı, daha sonra denediği ve başaramadığı 3 tane 2.10 denemesinden de daha iyiydi. Sanırım rekorun da Blanka'nın üzerinde gün geçtikçe artan bir baskısı var.

Tüm zamanların sıralaması,
1.2.09Stefka Kostadinova BulgariaRomeAugust 30, 1987
2.2.08Blanka Vlašić CroatiaZagrebAugust 31, 2009
3.2.07Lyudmila Andonova BulgariaBerlinJuly 20, 1984
4.2.06
Kajsa Bergqvist SwedenEberstadtJuly 26, 2003
Hestrie Cloete South AfricaParisAugust 31, 2003
Yelena Slesarenko RussiaAthensAugust 28, 2004
Ariane Friedrich GermanyBerlinJune 14, 2009
9.2.05Tamara Bykova Soviet UnionKievJune 22, 1984
Heike Henkel GermanyTokyoAugust 31, 1991
Inha Babakova UkraineTokyoSeptember 15, 1995
Tia Hellebaut BelgiumBeijingAugust 23, 2008

US Open 2009 & Marsel İlhan - Part 1

Hiçbir şeye değinmeden, Marsel'le başlamak lazım. Elemelerden çıkıp, ana tabloya kalması bile çok büyük bir başarıydı ama şimdi 2. turda. Elemeleri yabana atmamak lazım. Evet, ilk turda yendiği Ryan Harrison çok genç ve Marsel'den bile tecrübesiz bir isim ama daha sonra kazandığı De Chaunac ve Mello maçlarında rakipleri favoriydi ve özellikle Mello'yu yenmesi beklenmiyordu. Marsel'i şu ana kadar sınırlı sürelerde izleyebildim ve gördüklerimden oldukça memnun olduğumu, en azından beklentimin üzerinde olduğunu söyleyebilirim.

Dün geceki maça bakarsak, aslında her ikisi için de güzel bir kuraydı. Christophe Rochus, turun veteran adamlarından biridir, kariyerinin son zamanlarını yaşıyor artık. Her ne kadar Top 100'de olsa da US Open'da kazandığı maç sayısı tektir, o da 2001'de (kariyerinin sonundaki Bruguera'yı yenmişti). Dolayısıyla çıkıştaki genç bir tenisçi olarak Marsel için, onca şöhretin arasından Rochus gibi bir veteran çekmek büyük şanstı.

Zaten aslında, bugün birçok yerde anlatıldığı gibi sürpriz bir sonuç değildi bu. Marsel maç öncesinde favori gösteriliyordu ama ortada bir maç olacağı da açıktı. Sonuçta Marsel ne kadar iyi durumda olursa olsun, ilk kez Grand Slam oynayacaktı ve rakibi ne kadar düşüşte olursa olsun GS tecrübesi yüksek olan bir adamdı. Bu gibi ufak gözüken dezavantajlar da aslında mental olarak maçların bazı kırılma anlarında ortaya çıkabiliyor.

Maç doğal olarak yayınlanmadı, zaten kimse de beklemiyordu isim olarak bir GS ölçüsünde bu kadar vasat bir maçı. Ama işte hangi ülke olursa olsun, sizden biri olunca ve hiç ama h-i-ç varolmadığınız bir sporda en büyük arenaya çıkınca, bahis dahi oynamadığınız böyle bir maçı internetten takip edebiliyorsunuz saatlerce. Biraz rakam konuşmak lazım. Öncelikle Marsel iyi servis atıyor ve basit hatalarını minimize ederek rakibine ekstra puan vermemeye çalışıyor. Dün 4. setin sonunda, ciddi bir dezavantaja rağmen yaptığı geri dönüş ve maçı 5. sete götürmesi hakkaten olağanüstü bir performans, kariyerinin ilk GS maçına çıkan bir oyuncu için.

2. turda rakibi Amerikalı John Isner. Isner, enteresan bir herif. Çıkışını 2 sene önce profesyonel olduğunda, yine burada, Amerika Açık'ta yapmıştı. 3. tura kadar gelmiş ve orada da Federer'i ace manyağı yaptığı ilk seti almıştı. Tabi ki diğer 3 seti kaybetti ama bu ona büyük bir reputation ve Amerikan medyasının pohpohlamalarını getirdi. Isner hakkında söylenmesi gereken ilk şey, tabi ki devasa boyu. 2.06'lık bir tenisçiyi her zaman göremezsiniz. Boyunun da katkısıyla turun en iyi servislerinden birine sahip. Her ne kadar muazzam bir servise sahip olsa da, oyunu bu özelliğine çok fazla dayanıyor ve bu yüzden tek yönlü bir oyuncu diyebiliriz. Return'leri ve top oyundayken vuruş repertuarı yetersiz olduğu için, çoğu maçlarda tie-break'i zorlayabiliyor. Marsel'in return'leri anladığım kadarıyla üst düzey değil, Isner'in servis oyunlarında oldukça zorlanacaktır. Bu yüzden uygun bir oyun planıyla, bir stratejiyle korta çıkması şart.

Başka bir açıdan bakmak gerekirse, Isner'la eşleşmesinin bazı avantajları da yok değil. Marsel, herşeyden önce 5 setlik bir maçtan çıktı. Normalde henüz daha ilk turda önemli olmayan bu faktör, kariyerinde ilk kez GS oynayan bir oyuncu için devreye girebilir. O yüzden Isner gibi statik bir oyuncuyla oynamak, herhangi bir baseliner'la oynamaktan daha avantajlı olabilir. Marsel'in kendi servislerine tutunması oldukça önemli, çünkü Isner'ın servislerini kırmak gerçekten zor bir görev. Isner'ın şu an kariyerinin en formda dönemini yaşadığını da belirteyim, Roland Garros öncesi, daha önce Federer ve Ancic'in de yaşadığı, mononükleoz illeti yüzünden hem Paris'te hem de Wimbledon'da yoktu ama bu ay içinde Tsonga, Berdych ve Haas gibi sıkı adamları yendi ve 55. sıraya kadar çıktı. Isner'ın ace'leri geldikçe Marsel'in panik yapmadan oyunda kalması lazım, top ne kadar oyunda kalırsa, yani maçtaki puan süresi ne kadar artarsa, Marsel'in de şansı artacaktır.

Evet Isner ters bir herif ve maçın açık ara favorisi gösteriliyor (%82-%18 gibi oranlar dolaşıyor şu an) , bana göre de maçın favorisi Isner ama bu ölçüde değil. Marsel'in tamamen isimsiz ve 0 tanınırlığa sahip olmamasının veya Isner'ın evinde oynayacak olması gibi faktörler var ama Isner daha o seviyede değil bana göre.

Turnuva boyunca benim ilgimi çekenleri sizle paylaşırım sevgili okur, n'olur ajans haberleri beklemeyin benden. :)

Marsel İlhan John Isner Tenis

Rochus maçından önce ısınma:


Mello maçından sonra:


De Chaunac maçının sonu:


Not: Videolar için tyildirim84'e teşekkürler.

29 Ağustos 2009

Los Blancos

Guess Who's Back?



Yelena Isinbayeva ve dünya rekoruyla geri dönüşü...

27 Ağustos 2009

Efes World Cup başlarken..

- Britanya vs Letonya maçı, iki takıma da gidip gelmesi bir kenara, uzun zamandır izlediğim en kötü basketbol maçıydı. Daha sert tepki göstermiyorsam bunun nedeni basketbola geri dönen Kambala'yı görmem oldu. Kambala demişken..

- Kambala'yı çok severim, oyununun bazı yönlerini Shaq'a benzetirim zaman zaman. Gücünü kullanarak pota altında çok iyi bitirirdi, her zaman daha iyi bir ribaundçu olabilirdi ve ikili oyun savunması çok kötüydü. Bu listeye bir ortak nokta da bu akşam ekledim, ikisi de saçını ölene kadar kazıtmalı. 6-7 sene olmuştur, Abdi İpekçi'de Efes - Barcelona maçına gitmiştim. Ki kıçımı kaldırıp oraya gitmem çok sık yaşanan bir olay değildir, bilenler bilir. Ama Jasikevicius ve Bodiroga'yı aynı takımda izlemek için bir istisna yapmıştım. Ama o akşam sahanın yıldızı başka bir adamdı. 2 uzatmaya gitmişti maç ve 41 sayı atmıştı Kambala, Barcelona'nın 2.10+ civarı uzunlarının üzerinden. Femerling vardı, Duenas vardı, Fucka vardı, hatta genç bir Anderson Varejao bile hatırlıyorum hayal meyal. Marcus Brown'la beraber bütün maç hiç çıkmamıştı sanırım oyundan. Gittiğim için hala mutluluk duyduğum maçlardan biridir.

- Valters, yıllar geçtikçe saha içi hareketleriyle falan Pozzecco'yu andırmaya başlamış gibi geldi bana. Tip de hafif andırıyor gibi, bana da öyle gelmiş olabilir. Daha bıyıkları terlememişken Efes onu getirip, Muratpaşa Belediyesi'ne koymuştu. Sessiz sedasız gitmişti.

- Luol Deng'e eyvallah, B klasmanı takımıydı düne kadar Britannica'lar, Eurobasket'e soktu adamları.

- Kalve, altyapı turnuvalarında oldukça isim yapmış bir çocuktu. O sayede Benetton'a kadar gitti ama paşa paşa geri dönmüş şimdi Riga'ya. Cenk Akyol hikayesi mi? Hayır, değil. Ona da geleceğim. Letonya maçı izlemek zorunda kalırsanız, bu çocuğa dikkat edin. İyi bir skorer 3 numara olacaktır.

- Sinan Güler maçın başında oyun kuruculuk yapıyordu yanlış görmediysem. Önce heralde sadece topu getirip Hidayet'e verecek, Orlando stili bir Rafer Alston rolü alacak diye düşündüm ama olmadı öyle. Repesa farkına varsa çoktan salmıştı tam saha presi üzerine ama neyseki fazla ısrar etmedi Bogdan Hoca, Kerem'e döndü.

- Prkacin'i özlemişim. Mulaömerovic'i de özledim bu arada.

- Bir Prkacin güzel giderdi bizim kadroya, bu arada eskiden 1 numara eksiğinden bahsederken, artık 2 numara sıkıntısı da başladı. Cenk, onun için düşündüğüm gelişimin yarısını gerçekleştirseydi böyle bir problemimiz olmayacaktı.

- Savunmamız felaketti, Hidayet ve Kerem hücumu bir şekilde idare edecektir ama savunmada sıkıntı vardı. Klasik olarak ikili oynayan Balkan takımlarına karşı savunma ayakları hala üşengeç, topu hızlı çeviren ve biraz şutör takımlara sıkıntı çekeriz bu savunmayla.

- Gecenin asıl maçını, Yunanistan'la Litvanya yaptı. Biraz bakındım ve yazılanları da okuduğumda ikisi de oldukça kötüymüş.

26 Ağustos 2009

Rubio Barcelona'da

Meselenin tadı kaçmaya başlamıştı, güzel oldu bu haber. E ben olsam, ben de Minnesota'ya gideceğime Barcelona'ya giderdim!

Rubio için Joventut'a ödenen bonservis 3.7 milyon euro. Sözleşme 6 yıllık, 2011'de NBA'e gitmek isterse de Barcelona'dan kolaylık görecek.

West Ham - Millwall





Millwall - West Ham arasındaki derbi, diğer derbi konseptinden ayrılır; aynı yerde kurulmuş ve rekabet etmiş, sonra West Ham klübü nehrin aşağısına taşınmış, 1920'lerde bir grev vakası ve sonrasında bugüne kadar uzanan nefret. İki takım farklı liglerde olduğu için ancak böyle kupa maçlarında oynayabiliyorlar. Green Street Hooligans filminde bu muhabbete ucundan değinmişlerdi, futbol sevip de "izlemedim" diyen varsa, çok bir beklentisi olmadan geçsin karşısına. Frank Nouble'ın taraftarla arasındaki "çak beşlik" diyaloğuna dikkat. Bu arada West Ham'lı Stanislas'ı Tottenham maçında takip etmiştim, bu maçta da iki tane yağlamış, biri 87'de uzatmaya götüren gol, diğeri penaltı. Takip etmek gerek.


fotolar: yahoo sports

Allahın sevdiği kulu


Michael Beasley'nin psikolojik problemleri nedeniyle rehabilitasyon işine girdiğini, hatta bunu takım yöneticilerinin tavsiyesiyle yaptığını bilen vardır herhalde. Ben bu fotoğrafı geçtiğimiz gün görmüştüm, arkadaşın yeni dövmesi. Şu an nerede olduğuna şaşırmamak gerek.

Steve Nash'in diyeti


Bu söylentiyi geçtiğimiz gün okudum. Shaq'ın program fikrini Steve Nash'ten çaldığı söyleniyor. Bunun diyetini de executive producer yaparak ödemişler kendisini. İlgimi çeken kısmını yorumsuz aktarıyorum:

O'Neal stole Nash's idea.

Shortly after O'Neal was traded to the Suns in February 2008, Nash mentioned to his new teammate a reality show he was pursuing. It would feature the Suns point guard taking on professional athletes in their own sport.

The topic didn't come up again until early in the 2008-09 season, when O'Neal boarded the Suns bus and told the team he would be starring in a new reality show in which he would be taking on, you got it, professional athletes in their own sport.

"You mean the idea you stole from me?" one Suns representative said he heard Nash say.

Nash eventually sought out an entertainment lawyer, according to sources, which is why he now has an executive-producer credit and the compensation that comes with it.

When reached Wednesday, Nash would not confirm the story.

24 Ağustos 2009

Natalia Rodriguez


Son günkü 1500 bayanlar, muhtemelen şampiyonanın en olaylı yarışı oldu. Son 400'de İspanyol Natalia Rodriguez'le, Etiyopyalı Gelete Burka'nın teması ve Burka'nın düşmesi, ardından o kargaşaya rağmen çok iyi bir sprintle Rodriguez'in beklenmedik şekilde yarışı kazanması, Burka'nın yarışı sonuncu bitirip dizini tutarak ağlaması, Rodriguez'in diskalifiyesi ve ıslıklanması birkaç dakika içinde oldu hep.

Natalia Rodriguez şu an günah keçisi halinde ve kariyerinin sonlarında bir atlet için eminim ki çok kötü bir psikolojidedir. İspanyollar sportmenlikleriyle ünlü değillerdir. Özellikle erkek basketbol takımının dünyaya yaydığı, ne dünyası canım sadece bana, bir izlenimdir bu. Ama bunu ön yargı haline getirmeden bakarsak olaya, Rodriguez'in bu kadar üstüne gidilmesi ve ıslıklanması da büyük haksızlık.

Görüntülerde, özellikle arka açıda, Rodriguez'in içerden tempoyu arttırıp Burka'yı geçmeye çalıştığı aşikar. Burka ise iki şeridin ortasında koşarak içten ve dıştan gelen atletlerin önünü bloke etmeye çalışıyor bir yandan. Yine de bu Rodriguez'in ufak bir temasla da olsa içerden sıyrılması için yeterli bir boşluk. Rodriguez geçişe başladığı anda, temas olur olmaz, Burka kendi temposuna odaklanacağına Rodriguez'i sıkıştırmak için içe doğru hamle yapıyor ama fiziksel olarak İspanyol kadar güçlü olmadığı için ve önde olduğundan Rodriguez'in ayaklarını kontrol edemediğinden kendisini yerde buluyor. Ki Rodriguez de zaten bu yüzden pist dışına çıkmak zorunda kalıyor, çünkü karşılıklı bir şarj var, sadece Rodriguez itse koşusuna devam eder, pist dışına çıkmak zorunda kalmazdı.

İyi koştum, vicdanım rahat. İçte bir boşluk gördüm ama Burka beni engellemeye çalıştı, bir temas oldu ve yere düştü. Yanlış birşey yapmadım.

Son 150 metreye geliyorduk ve Burka 1. kulvarda biraz boşluk bırakmıştı, ben oraya girmeye çalıştığımda beni sıkıştırdı, pistten çıkmak zorunda kaldım. Yarıştan sonra bayrağımla tur atmak istiyordum ama bütün stadyum beni ıslıklıyordu ve açıkçası bu hiç hoş değildi.

Natalia Rodriguez 3o yaşında ve üst düzey şampiyonalarda defalarca final koşmasına rağmen madalyası bulunmayan bir atlet. Yarış performansına bakarsak, Berlin'e çok iyi hazırlanarak gelmiş ve muhtemelen de ülkesine madalya kazandırmak için kalan en ciddi şanslarından biri bu yarış. Sizce bu kadar tecrübeli ve formda bir atlet, kurallar açıkken, bilinçli olarak böyle bir şey yapar mı? Önündeki boşluktan rakibini geçmeye çalışıyor, Burka ise rakibinin önünü kesmeye çalışıyor ve beceremeyerek düşüyor. 5000'i mutlaka izlemişsinizdir, Kenyalılar ve Etiyopyalılar arasındaki itişmeleri herkes gördü. Ama burada Burka dizini tutup ağlamaya başladığında, binlerce kişi Rodriguez'i ıslıkladı. Gidip Burka'ya sarılıp, elini öperek teselli etmeye çalışsa da, tribünlerin tepkisi ağlattı onu da.

Kuralların açık olduğu ve temasa girdiği atletin düşmesi, bu diskalifiyenin geleceğini çok net gösteriyordu, ben de zaten çok fazla itiraz etmiyorum ama Burka'nın bu kadar masum bir kurban olarak gösterilmesi ve Rodriguez'in de bu kadar sportmenlik dışı bir sporcu olarak lanse edilmesi de rahatsız ediyor beni. Açıkçası benim için bu yarışın kazananı Natalia'dır.

Manch€$t£r City

23 Ağustos 2009

Berlin'de tek madalya: Karin Melis Mey

Dünya Şampiyonası az önce sona erdi ve giderayak Türkiye de Berlin'deki tek, tarihte de 3. madalyasını (Süreyya Ayhan 1500m/gümüş - Paris 2003, Elvan Abeylegesse 10000m/gümüş - Osaka 2005) kazandı.

Karin'in ve rakiplerinin atlayışlarını tam olarak canlı izleyemedik diğer branş finallerinin de etkisiyle, o yüzden IAAF'in canlı skor-vari sitesinden atlayışları takip etmek, radyodan önemli bir maçı dinlermiş gibi heyecanlandırdı.

Madalyayı alsak da kötü bir final oldu denebilir. Genç yeteneklerden 88'li son olimpiyat 3.'sü Nijeryalı Okagbare çekilmişti. Favorilerden, Reese ve Lebedeva çok erken koptular. Özellikle Reese baştan beri baya rahat gözüktü ki, 3. hakkında yaptığı 7.10'luk atlayış, hem bu sezonun, hem de kariyerinin en iyi atlayışıydı. Lebedeva ise, 6.97'den sonra 4 kez üstüste hata yaptı. Karin de ilk turu 4. bitirdi ama 3. tur bittiğinde 6.80'le Gomes'i geçip, bir daha bırakmayacağı 3.'lüğe geçmişti. Son olimpiyat şampiyonu Brezilyalı Maggi, iyi bir atlayış yapamadan sakatlandı. Elemelerin en iyi derecesini yapan ve baklavaları Berlin Olimpiyat Stadı'nın en arka koltuğundan bile sayılan, Indoor'un son Avrupa ve Dünya Şampiyonu Portekizli Gomes, ve Rus Kucherenko, Karin'i geçmek için son tura kadar çok çabaladılar ama özellikle Gomes, 7 metre potansiyeli olmasına rağmen vasat atlayışlar yaptı.

Karin'in 7 metreyi geçme potansiyeli var. Bu da 2012'de Londra'da alınabilecek olası bir madalya demek. Diğer Türk atletlere bakarsak, Londra için, Elvan 30 yaşında olacak 2012'de ve Dibaba bir kenara, Kenya & Etiyopya'dan genç uzun mesafeciler çıkmaya devam ediyor. Türkiye'de petrol kadar nadir çıkan bir sprinter olarak, Nevin'in Pekin'den sonra Berlin'de de yarı final koşması güzeldi. Londra'ya kadar final koşacak seviyeye çıkabilmesi azımsanmayacak bir ihtimal. Ne olursa olsun, atletinizin finalde yarışması çok güzel bir olay. Yine Akdeniz Oyunları'nda altın alan 89'lu Türkiye rekortmeni ciritçi Fatih Avan var. Geçen ay Pescara'da yaptığı 79.78'lik atışla kırmıştı kendi rekorunu, yanlış anımsamıyorsam. Berlin'de final yapamadı ama o aralıklarda yakın atan çok sporcu var, Fatih'in henüz 20 yaşında olduğu düşünülürse 80 metreyi çok yakın zamanda geçeceği ve Londra'da da finale kalacağına inanıyorum ki, derecelerine baktığınızda ne kadar hızla geliştiğini görebiliyorsunuz. Eşref Apak büyük hayalkırıklığı oldu, formda bir Eşref, 78 metrenin bronz sınırı olduğu Berlin'de çok büyük ihtimalle madalya kazanabilirdi ama finale dahi çıkamadı. Son 6 senedir SB'leri ortalama 80 metre olan biri için unutmak isteyeceği bir deneyim olmalı. Disk'te de Ercüment Olgundeniz 58 metre civarında bir atışla sonuncu oldu elemelerde. O da 63-64 metreye kadar çıkabilen biriydi aslında, bu derecelerle büyük organizasyonlarda final yapabilirsiniz ama Ercüment gösteremedi o performansı. 800'de Yeliz Kurt'un zaten elemeleri geçmesi büyük başarı olurdu ama kendi derecesinin de oldukça altında koştu o da. Bekele, finalini koştu. Kenyalılar ve Etiyopyalılar arasından çıkması çok da büyük ihtimal değildi. Aslı Çakır da 3000 engelli de sonuncu oldu elemelerde. 3000 engellide aslında daha Haziran ayında Türkiye rekorunu kıran ve final koşma potansiyeli olan Türkan Erişmiş de var ama Berlin'de neden yoktu bilmiyorum. Yine geçen sene 800'de Türkiye rekorunu 2:00'a çeken 90'lı Merve Aydın da yoktu. 2012'de final koşmasını bekliyorum Merve'nin de.

Kısacası biraz ilerleme var ama hala yeterince iyi değiliz. Sponsorların ve doğal olarak paranın buraya akması lazım eğer daha fazlasını çıkarmak istiyorsanız. Bunun için madalyadan madalyaya, ana haber bülteninin arkasından gelen traş futbol haberlerinin arasına sıkıştırılmış 1-2 cümle elbette yeterli değil. Akla ilk gelen en mantıklı hareket, doğal olarak, 2. sınıf kütük futbolculara ve menajerlerine milyon dolarlar döken belediyelerin o bütçeleri atletizme ayırması mesela. Ya da Türk Telekom gibi basketbol takımına yıllardır korkunç savurgan şekilde para harcayan veya bayan voleybol takımına 1 milyon dolar verip Kübalı oyuncu getiren şirketlerin bu işe girişmesi gibi. Bu mali güçle Türkiye çapında okullarda yetenekli gençleri tespit edecek bir scouting ekibi oluşturulup, bu seçilen çocuklara burs verilebilir. Tabi bu mali gücün yerine gidip gitmediğini de denetleyecek bir komisyon kurulmalı, "Burası Türkiye"'yle başlayan skandallara mahal vermeden. Türkiye Şampiyonaları televizyondan verilebilir. 127 televizyon kanalının hepsinin kendine özel bir haftalık futbol programının olduğu bir sektörde kötü mü olur? Olmaz. İnsanların ilgisini ve dolayısıyla insanların ilgisini isteyen sponsorların da paralarını çekersiniz. O parayla dışardan iyi hocalar getirir, eldeki mevcut antrenörlerinizi geliştirirsiniz, gerekirse sıfırdan yetiştirirsiniz. En azından size düzenli olarak atlet verebilecek, iyi - kötü bir sistem kurmuş olursunuz. Ya da işte her turnuva sonunda benim gibi konuşursunuz da konuşursunuz..