17 Mayıs 2008

UEFA European U17 Championship - 4



Böylesine ayağa kadar gelen fırsatı kaçırmak hiç hoş olmadı. Her türlü şanssız durumla karşılaşınca finali de ıskalamış bulundum. Final hakkında yazacak çok fazla şeyim yok, zaten bu satırları okuyabilen hemen herkes UEFA'nın sitesinden her türlü bilgiyi edinebilir.

Şampiyonanın sona ermesiyle aklımda kalanları eklemek isterim.

Turnuvanın öne çıkanlarını kolayca sıralayabiliriz. İspanya ile başlamak doğru olur. Bu şampiyonayı üst üste kazanan ilk takım oldular. Teknik direktörleri Juan Santisteban'ın 20 senede 19 kere son gruplara kalma, 6 kez de şampiyon olma gibi üstün başarıları olduğunu eklemek gerek. İspanya'yı oyuncu oyuncu incelemenin pek anlamı yok ancak özellikle canlı izleme şansı bulduğum yarı final maçında Keko'nun hem bireysel olarak hem de takıma katkı olarak diğerlerinden daha çok çalıştığını ekleyebiliriz.

İspanya dışında takım olarak, turnuva boyunca istikrarlı bir oyun sergileyen takım olmadı. Fransa'nın, Hollanda'nın ve Türkiye'nin inişli çıkışlı oyunları kupayı kaldırmalarına engel oldu. Başarılı oyuncuları tek tek sayacaksak eğer; Sırbistan'dan Daniel Aleksic'i, Fransa'dan Remy ve Tafer'i, Türkiye'den Abdulkadir ve Eren'i, sıfır çeken İskoçya'dan sol bek Leland'ı, Hollanda'dan La Parra ve Sneijder'ı sayabiliriz. Bunlar kişisel görüşüm elbette...

Hayalkırıklıklarına gelince;

Seyirci sayısı turnuvanın en önemli falsosu. "Avrupa'da olsa" geyiğine girmeye gerek yok, dünyanın herhangi bir ülkesinde bu tür genç oyuncuların yer aldığı şampiyonalar büyükerine oranla daha az ilgi çeker ama örneğin bir Hollanda - İspanya yarı final maçında bomboş bir stat görmek -stadın Antalyaspor'un da maçlarını oynadığı stat olduğunu düşünürsek- keyif kaçıran bir durumdu. Aynı şekilde WOW spor merkezinin tribün kapasitesinin komikliği, Mardan spor kompleksinin Kaf Dağı'nın ardında bir yere yapılması seyirci sayısını etkiledi. Bir de Türkiye maçlarında yerli seyircinin gereksiz gazları ve daha 18'ine girmemiş bu çocuklara her maçta bunun bir ölüm kalım maçı olduğunu hissettirerek bağırıp çağırması, rakip takımın azınlık taraftarlarına ve oyuncuların ailelerine buranın Türkiye olduğunu hissettirmeye çalışmaları saçmasapan görüntülerdi. (Jüri özel ödülünü ise Hollanda - İspanya yarı final maçının devre arasında, oyuncular soyunma odasına giderken "forma lan forma" diye bağırıp, yedek oyunculardan birinden forma isteyen şuursuz abiye veriyorum.)

İrlanda ve İskoçya, şampiyonanın takım olarak en başarısızlarıydı. İskoçya'nın özellikle 9 kişiyle, 2-0 gerideyken bile kapanıp atağa çıkmaması enteresandı. Bireysel olarak ise ilk sıraya Batuhan Karadeniz'i yazabiliriz.

Önce şunu eklemek gerekir; bu çocuklar adı üstünde henüz çocuklar. Hatalarından ders alacaklar daha da önemlisi hatalı olduklarını kabul etmeyi öğrenecekler. Bu yüzden eleştirirken kantarın topuzunu kaçırmamakta fayda var. Batuhan'ın bu satırları okuyup benden feyz alacağını düşünüyor değilim, benim kızdığım kendini futbol gurusu zannedip bu çocukların daha 18 yaşında bile olmadığını farketmeden ellerine, dillerine dikkat etmeden atıp tutanlar. Batuhan turnuvanın tamamında kötü oynamış, kötü oynamakla kalmayıp saha içinde de takımı negatif olarak etkilemiş hatta yarı final maçında saçmasapan işler yapmış olabilir. Bunlar düzeltilebilecek şeyler, tabii ona yol gösterecek birilerinin olması şartıyla. Sinan Engin'in yapacağı türden bir iş değil.

Batuhan dışında, Hollanda forveti Castillion, özellikle benim izlediğim maçlarda "forvet oynamak zorunda kalmış Wagenhaus" gibiydi. 2 gol atmasına rağmen hem turnuvanın ilk maçında, takımın gücünü kanıtlayabileceği bir maçta hem de yarı final maçında, üstelik diğerlerinden fazlaca üstün fiziğini kullanamayarak fırsat tepti. İlk turda elenenlerden bolca hayalkırıklığı çıkartabiliriz.

Son sıraya da kendimi, daha doğrusu şansımı yazıyorum. Onca maçtan sadece üçünü canlı izleyebildiğim için.

Hiç yorum yok: