13 Nisan 2009

Gariplikler silsilesi


Son bir kaç yıldır, sporseverlerin hatırı sayılır bir kısmı gibi, futbolumuzda yaşanan saçmalıklardan sıkılmıştım ve ligi göz ucuyla takip etmekten öteye de gitmiyordum. Dünkü maçı da, ne yalan söyleyeyim, pek izlemek gelmiyordu içimden. Hep aynı senaryoyu yaşıyoruz gibi ve dün de aynı şeyleri hissetmekten öteye gidemedim.

Değinmek istediğim çok şey var ve bu sebeple kısa konuşacağım. Öncelikle maçın maç olan kısmından bahsedelim. Blog sakinleriyle birlikte ismi lazım olmayan bir kafede konuşlandık, o kadar çok sandalye vardı ki adım atacak yer bile bulmakta zorluk çekiyorduk. Zira sevgili Arda ile ayrı kaldık. Her neyse, iki takımın da kadrosunu beğenmiştim maça çıkmadan evvel, eldeki malzemeden iyi seçim yapmıştı bana göre Korkmaz ve Aragones. Lincoln kulübede, Alex de sakatlar listesinde olunca orta saha mücadelesinin artacağını, iki takımın da topu rakip sahada tutmak isteyip tehlikeden kaçacağı belliydi. Bu noktada Galatasaray Kewell ve Arda ile top hakimiyeti konusunda öne çıktı, Semih kötü bir günündeydi ve Mehmet Topal'a karşı ne top alabildi, ne de tutabildi ilk yarıda.

Galatasaray presini ileride yapıp çok top kaptı ama Fenerbahçe de ilk yarı boyunca tempoyu kaldırıp sert faullerin de yardımıyla rakibine pozisyon vermedi. Ümit Karan'ın kapılan toplardaki etkisi büyük olsa da, kaybedilen toplardaki payı da yadsınamaz. İkinci yarıda iki takımın da kondisyonu düştü, Fenerbahçe biraz daha diriydi ama Galatasaray da ev sahibi avantajıyla dengeledi. Lincoln madem oyuna girecekti, asıl baskının kurulduğu ve fiziksel direncin zirvede olduğu ilk yarıda oynamadı anlamadım, zira Galatasaray bu tip kilit pasları atabilecek, risk alabilecek bir oyuncunun eksikliğini fazlasıyla hissediyordu. Maçın kilit anları da Güiza'nın net pozisyonda elle müdahelesi ve Hakan Balta ile Arda'nın temiz gözüken koşularına ofsayt çalınmasıydı. Fenerbahçe en az bir, çoğu zaman iki oyuncuyla kanatları tutarak, ortayı da Selçuk ve Emre ile kapatarak alacağı zararı en aza indirdi, özellikle Emre B. üzerinde baskı olmasına rağmen az top kaybetti.

Maçın dışına çıkarsak, Sabri'nin adını zikretmemek olmaz. Her pozisyonda itiraz etti, hadi itiraz herkesin yaptığı bir şey ama Sabri'de insanın sinirini bozan bir tavır, gereksiz agresiflik ve de alınmasın ama IQ düşüklüğü var. Rakibine taktığı net çelmelerden sonra bile faul düdüklerine itiraz eden bir adamın psikolojik yardım görmesi mantıklı olabilir. Çok daha erken bir kartla uyarılması gerekirdi, Fırat Aydınus'un ilk hatası da buydu.


Sırada, tribün artistleri. Numaralının önündeki o platformun çöktüğünü düşünün, ki gerçekten de üstünde tepinerek falan yıkmak adına önemli efor sarfetti insanlar. Maç sonu görüntülerle bir kez daha futbol şiddetinin kötü örneklerinden olmakla kalmayacak, bunun yanında tarihin belki de en büyük stadyum felaketlerinden birine de ev sahipliği yapmış olacaktık. Takımını hiçbir şartta yalnız bırakmayacağını şarkılara döken ama en ufak bir kıvılcımda ilk olarak oturduğu koltuğa, takımını izlediği stada zarar vermeye çalışan şuursuzca zihniyeti anlamakta zorluk çekiyorum.

Maçın sonunda Lugano ve Emre arasında yaşanan gerginlik her maçta yaşanabilecek türden bir esintiydi, Fırat Aydınus hemen düdüğü çalıp, maçı kesip ikisini de atsa, belki de bu tiyatronun önünü keserdi. Bunu yapmayışı da ikinci büyük hatasıydı. Sonra olaylar büyüdü, ayıranlar, ayıranları ayıranlar, ayırma kisvesi altında itip çekenler; tanıdık-bildik manzaralar yani. Ama Galatasaray ve Fenerbahçe'nin en değerli, en önemli yıldızlarının kavga etmesi akıl alır gibi değil. Hem de dakikalarca, hem de taraftarların önünde. Belki de az yukarıda bahsettiğim felâketin sebebi olacak kadar tehlikeli, ama soyunma odasında, hatta her şey geçip gittikten sonra telefonda bile halledilebilecek kadar önemsiz bir kavga. Semih'in ve Arda'nın futbol sahalarında gördüğü saygıyı belki de kimse görmemiştir Türk futbolunda. Bunun değerini bilmeleri gerekirdi, artık geri dönüş o kadar kolay olmayacak. Bir derdiniz varsa, keşke soyunma odasında halletseydiniz, birbirinizi anlayamayacağınız o ortamda yumruklaşmasaydınız.

Sonra da açıklamalar var zaten, en komik kısım da o. Detaya inmeyeceğim ama futbolculardan bazıları alenen yalan söylüyor, gözümüzle izlediğimiz delili inkâr ediyorlar. Sinir bozucu olan, profesyonellikten çıktığımız an da bu. Herkes hata yapabilir, yapar da ama sonra hesabını verir ve cezası neyse çeker. Biz yalan ve inkâr yolunu seçiyoruz toplum olarak.

Bilen bilir, asla cezadan yana olmadım. Maçtan hemen sonra hangi kanalı açsam akıl almaz cezalarla bu olayın dersinin verilmesi gerektiğinden bahsediyordu. Aynı yorumcular futbolcuları da olayın sıcaklığında yanlış konuşmakla itham eden kişiler. Hatta biri, yani Hakan Şükür, bu kavganın ve futbol sahalarındaki pek çok kavganın sebebi olan abuk futbol hiyerarşisinin mihenk taşı. Neymiş, 87'li Arda 83'lü Semih'e abi diyormuş, o Ayhan'a abi diyormuş, abi dediğin kişiye nasıl küfür edermişsin, falan da filan. Sinir bozucu derecede saçma geliyor bana. Neyse, ceza bu işin çözümü değildir bana kalırsa. Çünkü bu kavgayı sahada futbolcular yapsa da, aslında yanlış yönetimler, yanlış yatırımlar da bu olayda en az onlar kadar pay sahibi. Profesyonellerle çalışmayan, futbol yatırımını hâlâ boş mukavelelere atılan imzalardan ibaret sanan futbol yöneticilerinin hiç mi payı yok? Sahaya dalan taraftara sahip çıkan antrenörlük ve menejerlik zihniyetinin hiç mi suçu yok? Türk futbolunun tepesinde yer aldığı yıllarda soyunma odası kavgalarını tetikleyen kişilerin adı anılmayacak mı bu kavgalarda? Tabii ki hayır, onlar Arda ve Semih'i, yani bu kavganın figüranlarını eleştirecekler.

Şunu da belirteyim: Arda, Mehmet T. ve Hakan Balta dışında herkesten şu kavgayı beklerdim ama Arda... Hakikaten üzüldüm, çok kısa zamanda yaptığı şeyin yanlış olduğunu fark edip düzeltecektir ama keşke o görüntüyü youtube arşivlerine zimmetlemeseydi. Ve keşke yönetim Sabri ile klübün ilişiğini bugün kesse. Teknik direktörler ile kestiği kadar çabuk, acısız.

Hiç yorum yok: