Pazar sabahı CNN Türk'ün yayın akışında yılın maçının canlı yayınlanmayacağını görünce alışılmadık şekilde kötü başlamıştım Pazar sabahına. Daha sonra internetten maçı orjinal anlatımla dinleyebileceğimi düşünerek kendimi avutma yolunu seçtim aslına bakarsanız, ki cehennem gibi bir sıcakta klimalı bir odaya hapsolmuştum ve güzel bir Pazar geçirmek için buna oldukça ihtiyacımın olduğunu sanıyordum. Bir yandan da kontakta olduğum, yakın dostum ve aile ya da ailenin doktoru Arda'ysa gece tekrarını izleyeceğini söylüyordu, ben dayanamazdım ve spoiler vermeye meraklı bir milletiz. Sanmıyordum ki 8 saat boyunca skoru öğrenmeyeyim.
Az bir zaman kalmıştı ve biraz araştırmadan sonra yayına erken giren bir stream bulmuştum. Dünkü yazıda
bir Grand Slam nasıl yayınlanır, biraz değinmiştim. Böyle organizasyonlarda, izleyeni atmosfere sokmak için yayına erken girilmelidir. Kadıköy'de klima altında kucağında bilgisayarla oturan adama, gözünü kapattığında bir an için Henman Hill'de çimlere uzanıp kremalı çilek yediğini düşündürmeli veya tribünde Nadal'ın Leonard Cohen-vari babası Sebastian'a "Babacım her puanda ayağa kalkıyosun, bir bok göremiyoruz" dediğini, hiç olmadı sıkıntıdan patladığı her halinden belli Gwen Stefani'yi kolundan çekip sigaraya çıkarmayı hissettireceksin. Bilerek abartıyorum çünkü ne yazık ki Türkiye'de spor organizasyonları yayınlarında susulması ve sadece izletilmesi gereken anlarda, ne yapmak gerektiğini iyi bilmiyoruz. Bu bir tenis maçı da olabilir, önemli bir basketbol maçının başında oyuncuların seyircilere anons edilmesi de olabilir.
İşler Werchter'da festivalde bulunan FEK'in arayıp sarması ve Wimbledon ne oldu, Jack White şu an nerde çalıyo hacı? gibi sorularıyla tam bir teknoloji karmaşasına girmişti. Neyse, dediğim gibi yayına erken giren bir kanal bulmuştum, orjinal anlatımlı. Maç öncesi röportajları, merkez kortun süper lüks soyunma odası koridorlarından çıkışlarını izleyebildim en azından. Nadal ve Federer arasındaki rekabetin artık ne kadar büyük bir marka olduğunu bir kez daha söylemeye gerek yok, bir nevi
Tango & Cash benim için. Ama bu tarz "ezeli" denebilecek rekabetler arasında, tarafların kesinlikle birbirlerine karşı en saygılı olduğu rekabet. Maç öncesi röportajda, Nadal,
"Dünyanın en iyi oyuncusuna karşı en iyi oyunu oynamalısınız." diyerek daha önce defalarca dediği
"Federer'in arkasında kariyerimin sonuna kadar 2. kalsam da üzülmem." lafı gibi çok çok üst düzey bir sportmenlik gösterdi. Üzerinden henüz çok bir şey geçmedi, hala aklımda, Roland Garros'daki o şok 6-0'lık setle şampiyon olduğunda
"I'm sorry Roger." diyerek başlamıştı konuşmasına, suratında hınzır bir gülümsemeyle. Federer de her zaman aynı olgunlukla yanıt vermiştir ki onun maç öncesi konuşmasından anlaşılansa Nadal'ın şansının ne kadar yüksek olduğunun farkında olduğuydu.
İlk 3-4 oyun tamamlanmıştı ki, Arda CNN Türk'ün maça bağlandığını haber verdi. Açtığım da zaman zaman Ntv'nin de NBA maçlarında yaptığı salon/kort sesini kısma/kapatma sorunu vardı. İnternette devam etmeye kararlıydım ama daha sonra öğreneceğim üzere düşüp düşüp duran wireless bu keyfimi elimden alacaktı. Ben CNN Türk'e yatay geçiş yaptığımda, Nadal setin başında kırdığı servis avantajını devam ettiriyordu ama akılda kalan ilk toptan itibaren Nadal'ın en iyi oyununu Merkez Kort'a getirdiğinin ne kadar açık olduğuydu.
Yapmak istemediğim bir şey varsa bu yazıda, o da maç recap'ini yazmak. İzleyemeyenlere anlatılacak gibi değil çünkü. İzleyene de olanları anlatmak bir o kadar gereksiz. Ama şöyle diyebilirim. Şahit olduğunuz en iyi finalleri düşünün, bundan 7 sene önce Ivanisevic'in kazandığı ve belki de tarihin en iyi finallerinden biri olan 2001'i hatırlayın. Ve bu 7 sene önceki harika performansın anılarının
(her iki oyuncuyu da kastediyorum), 7 saat boyunca tekrar yaşadığınızı düşünün. Son setin 34-32 falan bitmesini istedim bir an.
Paris finalinden sonra ortada kesinleşen bir durum vardı. Nadal'ın toprak kortta Federer'e olan üstünlüğü, Federer'in çim kortta Nadal'a olan üstünlüğünden oldukça fazlaydı. Bu belki maç skorlarına bakılıp da söylenebilecek, çok da matah olmayan bir argüman gibi gelebilir. Ama aslında görünenden fazlasını anlatıyor. Nadal karakteristik bir toprak oyuncusu, mükemmel bir baseliner, belki de tarihin en iyi savunma oyuncusu. Bulunduğu noktaya göre vasat bir servisi var, ki son 2 yılda servisini inanılmaz geliştirdiğini eklemek gerek. Bu prototiple Wimbledon'ı kazanabilmek ve bunu yaşayan bir efsaneye karşı becerebilmek inanılmaz saygı duyulması gereken bir iş. Nasıl mı? Servis oyunlarınızda size nefes aldıracak bir servis kabiliyetiniz yok her şeyden önce. Buna bağlı olarak file önü oyununuz da çok sık kullanamayacağınız bir diğer kolay puan alma yolu. Kısaca maça 1-0 geride başlamak diye bir deyim vardır ya, aynen o durum söz konusu. Ki bu dezavantajı Nadal'ın ona yorgunluk olarak geri dönüyor çünkü her puanınız için, gerek serve gerek receive, topu oyunda tutup savaşmalısınız.
Nadal'ın Federer'e bu kadar ters gelmesinin sebebi de bu oyun karakteristiği. Hiç bir tenisçinin antremanda bile sevmediği topspin'li topları karşılama işkencesini Nadal karşılaştığı her rakibe çektiriyor. Servis dezavantajını böyle kapatıyor kısacası. Nadal'ın topspin'li forehand'i klasikler arasına girecek bir vuruş açıkçası, bunu nasıl yapıyor peki dersek, Nadal eskiden turda pek bulunmayan western forehand grip'e sahip. Grip'ler raketi tutma şekilleridir. Yeni oyuncular Nadal'dan sonra western'e ilgi duymaya başlamış durumda. Western grip'le, aslında daha rahat olan eastern grip'e göre, maksimum seviyede topspin verebilirbir oyuncu forehand'de. Bunun hacimli biseps ve trisepslere sahip güçlü bir sol koldan çıktığını göz önüne alırsak Federer'i daha iyi anlayabiliriz.
Bu arada bir kaç grand slam'dir dikkatimi çeken ve artık rahatsız olmaya başladığım bir olay var. Yorumcu Cahit Yavuz ısrarla Federer'in backhand'ini vurgulaması biraz canımı sıkmaya başladı. Önce büyük bir yanlışı düzeltelim. Federer'in backhand'i aksettirildiği gibi zayıf değildir, nadir bulunan estetik bir tek el backhand'dir ve turun en iyilerinden biridir. Nadal'a karşı backhand'inde kimi zaman zorlanmasının nedenini bir üst paragrafta bir nebze açıkladım ki zorlanmayacak bir oyuncu mevcut değil. Bir diğer durum da aslında şöyle açıklanabilir, Federer'in forehand'i o kadar kusursuz ki, rakibi kim olursa olsun daha insani seviyedeki backhand'ine oynamayı tercih ediyor. Bu her Federer maçında böyledir, bunu Nadal'ın özel bir taktiği gibi sunmak veya iyi dersine çalışmış demek çok doğru değil.
Bu arada Federer'in box'ında iyi ki Gavin Rossdale yerine Anthony Kiedis yoktu. Yoksa her dakika kim olduğunu açıkladığında, sevgili Barış Kuyucu bizleri oldukça zorlayacaktı. Bu arada aklıma gelmişken yayınla ilgili bir kaç eleştiriyi de iliştirelim yazının sonuna. CNN Türk ekibi bu işe gerçekten hevesliyse, mutlaka biraz orjinal anlatım dinleyip bu işi öğrenmeliler. Tenis maçı anlatırken her an konuşmak zorunda değilsiniz, mümkün olduğunca kısa tutmalısınız. Buna yorumcular da dahil. BBC ki bu işi yıllardır mükemmel yapar, o özenli sunumlarına rağmen bu sene eleştiri aldılar aynı paralelde ve hemen buna çok dikkat edecekleri yönünde açıklama yaptılar. İngilizler bizim yayına nasıl bir tepki verirdi merak ediyorum. Ve son olarak maçın sonunda CNN Türk'ün şu kadar senedir Wimbledon'ı yayınladığından dolayı ne kadar gurur duyduğu falan zikredildi. Bence 2 hafta süren bir tenis şöleninde kafaya göre bir kaç maç vererek yayın yaptıkları için mahçup olmaları gerek. Ağzımız iyi laf yapıyor da, icraate ne zaman geçeriz Allah bilir.
Başlık Nike'ın LeBron James için yaptığı reklam kampanyasının sloganı. Onunla bitirelim.