24 Nisan 2008

Kendi silahınla vurulmak


Hakikaten ilginç iki maç oynandı CL yarı finallerinde. Salı akşamı, her büyük teknik direktörün biraz şansa ihtiyacı olduğu ispatlandı. Çarşamba akşamı ise Şampiyonlar Ligi kazanmak için biraz mantalite değişikliğine herkesin ihtiyaç duyduğu görüldü.

Mourinho, Chelsea kulübesinde dördüncü sezonunda, yine en büyük hedefi olan kupanın ilk turundaki Rosenborg maçı sonrası görevinden ayrılmıştı. Yerine gelen Avram Grant, işleyen sistemi çokça bozmayarak, bazen ufak değişikliklerle ve Mourinho’nun kullanmadığı Ballack’a daha fazla şans vererek istikrarlı bir takım oluşturdu. Yine de Mourinho’nun takım üzerine yaydığı güvenin erimesi normaldi ve Avram’ın yiyemediği tek miras bu kavramdan kaldı. Salı akşamı sahaya çıkan takım özellikle bu havayı fazlaca solumuş adamlardan seçilmişti, Ferreira’yı uzun zaman sonra böyle önemli bir maçta görmek sürpriz olmadı, keza Malouda’yı da.

Liverpool ise bu kupada defalarca bu seviyeyi görmüş olmanın verdiği güvenle birlikte rahatsız edici bir baskı kurdu sahada. Geçen sezon finale uzanırken ve bu yolda Chelsea’yi safdışı ederken Kuyt ve Bellamy forvet hattı için yeterli olmuş, orta sahadaki o korkutucu pres ve Agger’in erken gelen golü tur için yeterli olmuştu. Geçen seneye göre Liverpool’un farklı ve yenilikçi davranabildiği nokta, Torres gibi bir forvete sahip olmak ve arkasından üç tane enerjik oyuncuyla rakibin üzerine gelebilmek. Bu unsur belki de maçı geçtiğimiz senenin yarı final rövanşından bile daha zevkli kıldı, tempo hiç düşmedi. Liverpool’un motivasyonunu-isteğini-arzusunu yumurta kapıya dayandığında nasıl bu kadar üst seviyede tuttuğunu görmek hayranlık uyandırıyor.


Liverpool’un CL futboluna gitgide saygı duymaya başlıyorum, ligde bu kadar geri kalmaları için Carragher’ın yaptığı açıklamanın yetersiz olduğunu bilsem de. Benim için Mourinho’nun ilk sezonundaki tur hala Chelsea’nin hakkıdır ama bu kadar güçlü takımları üç-dört sezonluk bir dönemde çok zor durumlara düşürmeleri tesadüf olamaz. 2004’ten beri Milan ve Benfica dışında onları alt etmeyi başaran yok bir numaralı kupada. Avram Grant haliyle biraz daha çaresiz kaldı ve takım pozisyon üretmekte zorlandı. Maç 1-1 bitti ama Riise’nin golünü bir kenara koyarsak ortadaki tabloyu Liverpool’un Torres’li şablonla birlikte rakip savunmaya da baskı kurabilmesi, Malouda’nın yaratıcılık konusundaki eksiklikleri ve belki de Robben’in aranması ve bu maçlık Lampard’ın silik kalmasıyla açıklamaya çalışıyorum. Liverpool’un takım kurgusu açısından bir adım ileride olduğu gerçek.

1-1’lik skor ikinci maçta gol yemediği takdirde Chelsea’ye turu getirecek ama hedefin bu olmaması şart. Ferreira’lı defans kurgusunun korunması yanında Essien’in Ballack yerine monte edilmesi şart ve tabii ki defans bloğunun bu kadar geride konumlanması da sakıncalı olacaktır. Bir karambol golünü daha kimse açıklayamaz, Avram dahil.


Man Utd bu sezon oynadığı her maçta üstüne eklemeye devam ediyor. Barcelona’nın onlara karşı en büyük üstünlüğü, düşük tempoda giden bir maçta da sayısız pas yapıp savunmanın dengesini tartabilmek, ara toplarla Eto ve Messi’yi defansın arkasına sokabilmek. Bu maç Rijkaard cinlik yaptı ve sol açığa Henry yerine Iniesta’yı monte ederek sürpriz golcü arayışına girdi. Ama Iniesta’nın karşısına Hargreaves’i dikip, bol bol Scholes ve Park ile –Park muhteşem oynadı diyebiliriz, bu tip oyuncuların değeri azalır gibi olmuştu totaliter rejimde- kanatlara yardımda bulundu, Carrick ile ortayı kapattı ve hücum işini Rooney-Ronaldo-Tevez üçlüsüne teslim etti. Onların da asıl görevi rakibin üzerinde baskı kurmakt
an ziyade, rakibin hücum etmesine izin verip alınan topları direkt olarak rakip sahaya taşımak ve ani vurgunlar yapmaktı. Barcelona bu dolmayı yedi, bütün maçı pas yaparak geçirdi ama tek bir boşluk bile bulamadı. Man Utd onları kendi silahıyla vurdu resmen, etkileyiciydi.


Rooney ve Tevez bir yandan hücum adına hiçb
ir şey üretemezken, bir yandan da Xavi’nin tehlike potansiyelini sıfıra indirdiler neredeyse. Barcelona’nın çoğalmaya ve rakibi boğmaya dayalı sisteminin ters teptiği nokta da bu oldu, Barcelona’nın çoğalmaya çalıştığı her alanda Man Utd onlardan daha kalabalıktı. Bir cümle de Ronaldo’ya. Geçtiğimiz hafta Uğur Meleke Kezman’ın kaçan penaltısı hakkında konuşurken en önemli tezi Ronaldo’nun kullandığı penaltılardı. Ronaldo dün de uzun zamandır geliştirmeye çalıştığı kendine has penaltı stiliyle topa yaklaşırken durakladı, kalecinin nereye atladığını son ana kadar gözlemledi ama vuruşa çok geç karar verince dışarı bıraktı. Penaltı garanti atılmalıdır, Ronaldo’nun yeteneklerine saygımız sonsuz ama kimse hem kaleciyi ters köşeye yatırıp, hem de topu doksana atamaz. Biraz sakin…

Rövanşa gelince, Alex Ferguson’un maçtan sonra da belirttiği gibi ikinci maçta Man Utd çok farklı oynayacaktır, daha atak olacaktır daha fazla rakibin üzerine gidecektir, zaten tek tutunduğu dal bu olan Barcelona’yı taraftarla boğacaktır. Barcelona’nın tek şansı, sene başında anlatıla anlatıla bitirilemeyen Fantastik Dörtlünün en azından ikisinin çok iyi bir maç çıkarmasına bağlı. Bunlardan birinin Ronaldinho olmadığını biliyoruz. Eto’nun da pozisyonu itibariyle ön plana çıkması zor. Messi ve Henry tüm önlemlerin ve modern futboldaki yazılı olmayan kuralların üzerine çıkabilecekler mi, göreceğiz.

5 yorum:

Adsız dedi ki...

maç boyunca üstün oynayan barçanın gol atma konusundaki başarısızlığını alex fergusona basarı gibi gosterip taktiksel anlamda cok iyi iş çıkardığını soylemek sırf skora bakıp ta konuşmak olmuş bence.hani son paslarda biraz daha başarılı olup yada şutlarda isabet yakalanmış olsaydı acaba bunları yine soyleyebilcekmiydiniz.bazı saptamalar cok doğru fakat genel olarak başarısız bir yazı.

verde dedi ki...

açıkçası barça'nın hangi noktada başarısız olduğunu anlayamadım mesajından, veya hangi şut tehlike yarattı? beim izlediğim kadarıyla barcelona maç boyunca rakip yarı sahada pas yapıp boşluk bulmaya çalıştı ama bulamadı, sıfır çizgisine atılan ara topların akabinde yerden verilen paslarla oluştu en büyük tehlikeler, onlar da savunmanın kalabalıklığı içinde kaybolan barcelona forvetlerine ulaşamadan öldü. kanımca savunma yapabilmek futbol sahasındaki en büyük zanaattir, özellikle bütün maçı yarı sahanda kabul ettiğin zaman. man utd bugüne kadar böyle başarılı olmuyordu, bunu deneyip kusursuza yakın uygulamaları alex ferguson'un başarısından başka bir şey değildir, benim gözümde.

Adsız dedi ki...

united'ın başarısını kucumsemek gibi bir niyetim yok fakat barca'nın bu sene ciddi bir gol kısırlıgı cektigi de yadsınamaz diye dusunuyorum. içeride oynadıgı son iki maç olan getafe ve espanyol maçlarında da buna cok benzer bir tablo vardı ortada. gene 90 dk topa hakim olup, sayısız pas yapan ama kale önünde tehlike yaratamayan bir barca. gene iç sahadaki real madrid ve villareal maclarını da hatırlayınca aynı sonuca varıyorum. CL'de bu sene oynadıkları tek ciddi rakip olan schalke (ne kadar ciddiyse artık) karsısında da gene benzer bir futbol ve hasbelkader atılmış bir şans golü. evet sonuc olarak bu bir CL yarı finalı, başka şeylere benzemez; united da iyi bir iş cıkardı ama barca'nın da sorunları cok ciddi boyutta.

verde dedi ki...

bahsettiğin maçlardan farklı olarak messi bu maçta ilk 11'deydi. deco da iyi bi oyun oynadı. zaten benim takdir ettiğim hareket manchester'ın pek yapmadığı şeyleri yapıp istediğini almasıydı. istediğini almak diyorum ama sonuçta 2-0 da içerde çok kötü bi sonuç diil.olay manchester'ın barça'ya kazanma şansı vermemesi.

Adsız dedi ki...

o konuda haklısın. united hucum futbolunun dısında iyi de bir savunma takımı olabileceğini gosterdi, anfield'daki liverpool maçında da gostermişlerdi ve muhtemelen yarın da gösterecekler.

bu arada maçın dısında; busacca genelde barca'nın iç sahadaki favori hakemidir. nou camp'ta baya maç yonettigini hatırlarım. yonetimiyle beni yanılttıgını soyleyebilirim.