10 Nisan 2008

Yarı final öncesi son bakış


Çeyrek finalin en sıkıcı eşleşmesi olan Barcelona - Schalke mücadelesini mümkünse hem yazıya girizgâh olarak kullanmak, hem de iki ya da üç cümleyle geçiştirip okuyanları sıkmamak istiyorum. Maçların ikisini de izlemedim çünkü Man Utd - Roma maçları ile çakışıyorlardı. Tekrarlarını da izlemedim çünkü bu formattaki bir CL eşleşmelerinde favori takımın 1-0 kazandığı ve aynı zamanda en önemli oyuncularından yoksun olduğu maçların tekrarları da pek bir zevksiz olur. Messi, Ronaldinho ve Deco iki sene önce duble yapan takımın omurgasıydı ve olmazsa olmaz deniyordu bu üçlü için. Şimdi üçü de yok ama Barcelona biraz da şansı sayesinde buraya kadar geldi.

Tersi olmadığı sürece bunu ispat etmemiz çok zor ama hem Celtic, hem de Schalke Barcelona için o turlarda karşılaşabileceği en uygun rakiplerdi. Ben daha da öteye gidiyor ve Barcelona'nın kura şansının çok daha uzun vadeli olduğunu düşünüyorum. 2002'de İstanbul'da ofsayt gol ile kazandılar ve çeyrek finalde turun en güçsüz takımı PAO ile eşleştiler. 2006'da kupayı kazanmış olmalarına rağmen, bence formsuz bir zamanlarında Benfica'nın elinden biraz da hakem yardımıyla kurtuldular, aynı şekilde Milan'ın da (Benfica'nın stadındaki penaltı pozisyonundan ve Nou Camp'da Shevchenko'nun iptal edilen golünden bahsediyorum). Şimdi de yarı finale kapak attılar ama o kadar formsuzlar ki, Man Utd değil de turdaki herhangi bir takım kitaplara geçecek mağlubiyetler yaşatabilir gibi geliyor bana. Geçen tur öncesindeki PR'da değişikli olarak Chelsea'yi bir üste aldım Barcelona'dan.


Chelsea'ye gelirsek, her ne kadar aksini iddia etseler de Fenerbahçe karşısında önyargılarının biraz etkisinde kaldılar. İlk maçın ilk yarısındaki beton gibi takımın yerine gelen ikinci yarıdaki silik oyunu başka şekilde açıklamak mümkün değil. Fenerbahçe bu konsantrasyon düşüşünü çok iyi değerlendirip çok değerli bir galibiyet aldı. Deplasmanda erken bir gol yemeselerdi daha fazla heyecan olabilirdi ama Chelsea'nin bu sezon iç sahadaki CL maçlarına bakılınca atmaları gerektiği zaman erken gol bulabildiklerini görebiliyoruz. Lugano ve Edu, Drogba ile iyi boğuştular ama bu durumda asıl tehlikenin duran toplardaki Ballack - Terry - Carvalho üçlüsü olduğunu algılamak eminim Zico için de zor değildir; nitekim kadroda onları karşılayacak tipte oyuncu bulunmadığından da dem vurulabilir, hatta uzun zamandır işleyen deplasman düzenini bozup Uğur'un yerine CKR'ı kullanmak da bununla açıklanabilir. Hem Zico, hem takım iyi iş çıkardı Fenerbahçe açısından, özet olarak. Yine Chelsea'ye dönersek, Arsenal - Liverpool eşleşmesindeki gibi tempo yükselseydi bunu ne kadar kaldırabilirlerdi bilemiyorum. Ancak Fenerbahçe'yi iyi idare ettikleri kesin. Avram yavaş yavaş Kalou'nun değerinin daha fazla farkına varıyor, yine ek olarak Mourinho'nun yapamadığı şekilde Ballack-Lampard'ı beraber efektif kullanabilmesi de artı puan. Bu, Lampard'ın sezonun kritik maçlarında biraz daha diri kalmasını da sağlıyor aynı zamanda.


Man Utd, çeyrek final kuraları öncesinde bazı spor yazarlarımız tarafından Fenerbahçe için en uygun eşleşme olarak gösterildiğinde (bunların arasında çok sevdiğimiz M. Demirkol da vardı hatta) biraz şaşırmış, çokça gülmüştük. Hani çok kullanılan "Bizimki futbolsa, bunlar n'apıyor?" sorunsalını gerçek anlamda eşleyen tek takım onlar belki de. Ama çok antipatik oldukları da bir gerçek. Aşağıdaki postlardan birinde yazıldığı gibi, ilk maçı Chelsea'li taraftarların olduğu bir barda, yani Man Utd'dan nefret eden bir grup insanla beraber izledik. İlginç olan, bir Roma ve Chelsea sempatizanı olarak beni Man Utd'dan soğutan gerekçelerin hepsinin ada halkına da yansımış olmasıydı. Oynadıkları futbolun boyutuna söyleyecek lafımız yok ve değerlendirme parametremiz sadece bu olsaydı hepimiz onları severdik. Ama ilk maçta CR7 yine takım öne geçtikten sonra orta sahada manasız çalımlar yapmaya başladı, daha maruz kaldığı ilk faulden itibaren kendisine yapılan fauller sanki dünya barışına vurulan birer baltaymış gibi tepki verdi.

Roma, CL'de Man Utd'ı eleme ihtimalini Inter'in formsuzluğuna bölüp, diğer İtalyan takımlarının onlara olan nefretiyle çarparak bir karar verdi ve Cagliari maçını as kadroyla oynadı, fire verme riskini göze alarak. Ne yazık ki verilen eksik takımın hem yaratıcılık, hem de tecrübe açısından olmazsa olmazı Totti idi. Bunun yanına ilk maçta Juan da oynamayınca, Roma maçın genelinde üstün gözükmesine rağmen bir alan paylaşım sorunuyla ve bir kaleci hatasıyla ne olduğunu anlamadan iki farklı mağlubiyeti tattı. Halbuki ikinci yarıda Panucci ve Tonetto birer net gol pozisyonu yakalamış ve manzara pembeleşmeye başlamıştı.


İkinci maçta Ferguson Rooney ve Ronaldo'yu oynatmamasını sağlayan kibiriyle bize Man Utd'ı sevmememiz için bir sebep verdi (bu arada hep biz biz diye konuşuyorum, bu klasik birinci tekil şahıs sorunsalıyla alakalıdır, yoksa blog kurmayları arasında Man Utd aşıkları da var -hatta FB Ülker tarzı bir tepkiyle karşılaşabilirim kendisinden). Acaba diyorum o da kendi kendine "acaba" dedi mi De Rossi penaltı noktasına yürürken, o pozisyon gol olsaydı Ronaldo yine kurtarabilir miydi durumu? De Rossi topu tribüne dikince bütün bu fikir teatisi başlamadan bitti tabii. Man Utd şimdilik çok güçlü ama bu eşleşme adil olmadı. Roma ışık veriyor, Man Utd ortadaki durumu nasıl daha iyileştirebilir bilemiyorum. Olur da Barcelona'ya elenirlerse çok eleştiri alırlar ama orası kesin.

Şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Normal şartlarda bu tip eleştirileri sevmem çünkü kimin hangi mevkiye, ne yaparak geldiği, ne kazandığı pek de umrumda değildir. Gary Neville ikinci maçın 81. dakikasında oyuna dahil oldu, 12 aylı sakatlık sonrası ilk maçıydı ve haliyle taraftar müthiş sevgi gösterisinde bulundu. Ertem Şener, bu sevgi selini "İngiltere'de tecrübeli oyuncuları çok seviyorlar" üfürüğüyle açıkladı. Adam oyuna girdikten sonra top her ayağına geldiğinde aynı sevgiyi görmeye devam etti. Ertem Şener hala uyanamadı ki, "Evet görüyorsunuz Neville'e gösterilen sevgiyi" diye kendi kendine anlatmaya devam etti. Yahu insan maçtan önce bir açıp bakar, sürekli bu ligi anlattığı için büyük takımların kadrolarını biraz takip eder. Başka diyecek bulamadım ama maçta çok dokundu, yazmadan edemezdim.


Liverpool turun en zevkli eşleşmesinden galip çıkarak ne kadar büyük tecrübe olduğunu bir kez daha ispatladı. Şimdi İngiltere'nin üç farklı şehrinden üç takım yarı finalde mücadele edecek. Liverpool çok zor durumlardan kurtuldu, bunu da söylemek gerek. Bir kere, iki maçta da mağlup duruma düştüler; sonra ikinci maçta son beş dakika içerisinde yine elenme durumuna geldiler. Çuvallamamalarının bence sebepleri önem sırasıyla taraftarın tecrübesi, camianın tecrübesi ve bu seviyede tecrübeli oyuncu sayısının fazla olması olarak sıralanabilir. Rafa Benitez'in 25 tane işe yarar oyuncu ile kurduğu kadro istikrar gerektiren uzun vadeli lig yarışmalarını çıkarmakta zorlanıyor ancak bu tip iki maçlı sistemlerde rakibi şaşırtmak için de sınırsız opsiyon sunuyor. Arsenal çok dar kadrosunun ve hocasının maç içi müdahelelerde geride kalmasının, Liverpool da kadro varyasyon ve hocadaki kupa tecrübesinin sonucunu yaşadı. Evet, Arsene Wenger çok iyi bir menejer ancak maçı okumakta bir takım problemleri var, bunu da belirtmek gerek.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Ronaldo ve Rooney'in oynamaması kibirlikten daha çok 2-0 lık skor avantajı ve hafta sonu oynanacak olan Arsenal maçı. Şampiyonluk yolundaki çok kritik bi maç ve adam da en iyi oyuncularını dinlendiriyor, bundan doğal ne var?

Burda illa kızılacaksa Star'a kızılmalı. Sene başından beri yayınlanan ilk Manchester United maçı bu yani.

AsperAstrum dedi ki...

Liverpool-Arsenal serisi hakkında söylenenler doğru ancak şu seriyi Liverpool'un kazanmasının sebeplerinden bahsederken hakem(ler)e hiç değinmemek olmamış bence. İlk maçta Hleb'in verilmeyen %100 penaltısının yanına ikinci maç Babel'e çalınan ucuz penaltıyı koyunca bir tablo çıkmıyor mu ortaya?