31 Mayıs 2008

NBA'de rol yapmak artık yasak


Emek hırsızlığı mı dersiniz, zekisavunma prensibi mi dersiniz bilemiyorum ama artık Amerika'lıların "flop" (çırpınmak, debelenmek gibi aşağılayıcı anlamlara sahip) diye tabir ettiği Oscar'lık hareketler cezaya tabi tutulacak. Ben bu konuyu ellerine yüzlerine bulaştırmadan nasıl adaletli şekilde yapabileceklerini bilemiyorum ancak son zamanlarda biraz can sıkıcı hâle geldiği de gerçek.

Jack Ramsay ligin bunu nasıl belirleyeceğini bilmediğini, yıl boyunca seyrettiği maçlarda sadece iki ya da üç kere gerçek anlamda hücum faul pozisyonu almadan flop yapıldığına şahit olduğunu söylemiş. Phil Jackson ise "Belki cezayı Euro olarak verirlerse daha etkileyici olur" diyerek işe esprili yönden yaklaşmış.

Aşağıdaki video muhtemelen 1970'lerin başından, ball don't lie blogunda gördüm. Red Auerbach flop işini çok önceden masaya yatırmış.



27 Mayıs 2008

Katarzyna Skowronska


Şu postu sabahın köründe giriyorsam, kesinlikle dünyanın en iyi smaçörlerinden biri olduğundan değil; eski köye yeni adet gibi olmasın da, arkadaşlarımın hoşgörülü yaklaşacağından eminim.


Peki niye gecikti bu post, belki de evli olduğundandır, ne biliyim...

Starcraft efsanesi


Real-time strateji oyunlarıyla pek aram yoktur; ancak bir arkadaşımın uyarısıyla keşfettiğim Koreli gerçek bir efsaneyi buraya da not düşmeyi istedim.

Lim Yo-Hwan, 80 doğumlu, gelmiş geçmiş en büyük Starcraft oyuncusu ve 600.000'i geçen üyesi olan bir fan klupe sahip. SlayerS_`BoxeR` nickiyle, oyun aleminde tanınan Lim'in en iyi oyunlarını içeren toplama DVD'ler de Kore piyasasında yerini almış.

Pek çok oyun şirketi idarecisinden daha fazla para kazanıyor olması ya da 500-336 gibi muazzam bir rekora sahip olmasından, belki de daha etkileyici olan diğer iki ırka göre daha zayıf ve defansif olarak kabul edilen Terran ırkıyla, bütün bu başarılara ulaşmış olması. Başarı demişken; etkileyici olanlardan birkaçını geçeyim: Önemli oyun contest'lerinden World Cyber Games'te iki kere şampiyon olmuş tek Starcraft oyuncusu olmak, bu işe kafayı kırmış Kore kuruluşu Ongamenet'in Superleague'inde iki kez şampiyon olan ilk oyuncu olmak ve hatta bunu üst üste turnuvalarda gerçekleştiren tek oyuncu olmak, vs. gibi sıralayabiliriz.


Aşağıda, bahsettiğim OSL turnuvasının 2001 finalinin ilk maçının videosunu buradan izleyebilirsiniz. Starcraft favori oyunlarımdan olmadığından; üniteler, kullanımları, ekonomik durum gibi şeyler hakkında ahkam kesmeyeceğim. Eğer, bu oyuna kafayı kıranlardansanız bir göz atmanızı tavsiye ederim.

Ayrıca bu bilgi yoksunu post'a da videoyu izledikten sonra yorumlarla yardımcı olursanız çok sevinirim.

26 Mayıs 2008

Adeus Guga!




Gelmiş geçmiş en sempatik şampiyonlardan Gustavo "Guga" Kuerten, dün en sevdiği turnuvada ve en sevdiği kortta, tenise veda etti. Aslında aktif olarak devam etmiyordu, geçen sene burada Nadal'a kupasını verirken jübilesini burada yapacağını söylemişti, eski zamanlardan da bir kaç numara izletti bizlere.

Bundan sonra hep yaptığı gibi, Brezilya'daki evinde Bob Marley dinleyip, 2. ligdeki takımının maçlarını izleyecek. Rüzgar o gün iyiyse sörfe çıkacak. Ve hiçbir zaman unutulmayacak.

Güle güle Guga!

24 Mayıs 2008

Dünden Bugüne Leyla'lar & Kamil'ler

10 - David Wesley

Penaltı kaçar, turnike de kaçar. Ama böyle kaçar mı ?



9 - Chris Kaman & Knicks

Kaman'ın hakeme gider yapmasıyla başlayan eğlenceli saniyeler, Knicks'in topu oyuna sokma esprisiyle sona eriyor. Espri, yaptıkları değil, gayet ciddi olmaları.



8 - Zach Randolph

Ligin tımarhanesinin yeni sevkedilen hastası. Zach haltı yedikten sonra, ekranın alt tarafındaki Jamal Crawford'un vücut diline dikkat edin.



7 - Luke Walton & Kwame Brown

Yapma Edu..



6 - Marko Jaric

Evet, Adriana Lima'nın yeni erkek arkadaşı böyle bir adam. Benchte Eddie Griffin'e (RIP) dikkat.



5 - Adonal Foyle

Şut atarken pusulaya ihtiyaç duyan nadir oyunculardan Adonal Foyle, 6 yıllık 42 milyon dolarlık kontratının hakkını verirken..



4 - Chuck Hayes

Serbest atış nasıl atılmaz dersimiz. Karşınızda hayatında ilk kez serbest atış kullanan Chuck Hayes.



3 - Lamar Odom

Self servis. Phil Jackson'ın suratına dikkat.



2 - Shawn Marion

Hehe, ne desem boş buna.



1 - Donyell Marshall

Ve şampiyonumuz. Serbest atış atamayabilirsiniz, topu yetiştiremeyebilirsiniz, şut atamayabilirsiniz, eliniz topa çarpıp kendi potanıza sokabilirsiniz ve hatta potaları şaşırabilirsiniz ama Marshall, uzun yıllar hatırlanacak bir işe imza atıyor.

Edit : Youtube patlayınca, videolar da gözükmüyor doğal olarak. Youtube'a girebilenler için video bilgileri yorumlarda mevcut.

22 Mayıs 2008

Moscow does not believe in tears


Ligi averajla, son iki sezondur Şampiyonlar Ligi’ni penaltılarla kaybeden bir takımın oyuncususunuz, sene sonunda takımdan ayrılmayı gözden geçirmişsiniz belki defalarca, belki sevmediğiniz takım arkadaşları var, belki bu final sizin için o kadar önemli değil. Chelsea’nin psikolojik avantaj diye ilk sıraya koyduğum son iki haftadaki ruhsal birleşmesi, maçı ikinci yarının ikinci bölümü ve uzatmalarda öyle bir havaya soktu ki, unutulmaz bir final izledik.

Maça hızlı başlayan tahminlerimin aksine Man Utd oldu. Bunda Avram’ın maçı geride kabul eden oyun planının da etkisi vardı. Aslında Man Utd’ın takım olarak birbirine yakın ve organize oynamayı beceremediği bir maç oldu genel futbollarının aksine. Avram’ın maç içinde bazı tercihlerini anlayamadım, ilki Malouda seçimi idi. Sezonu harika bitiren Kalou ileride topu çok daha olumlu kullanabilecekken Malouda birçok tek pasla geçebileceği topu ezdi. Man Utd’ın en takdir ettiğim özelliği alan savunmasında kapanırken en sağdaki oyuncunun en sola, en soldakinin en sağa yardım edebilmesi, forvetin kademeye girebilmesi, yani savunma rotasyonları. Chelsea kanat akıncıları çok koşuştursalar da bir türlü bu boğucu sıkıştırmadan kurtulamadılar ilk yarı. Orta sahası da geride kalınca maviler kopuk bir takım haline geldi, Scholes ve Carrick’in harika oyunu sayesinde topu gerektiği yerlerde çok çabuk rakip sahaya aktaran Man Utd ilk yarının üstün tarafıydı.


Her ne kadar gol sürpriz bir şekilde Brown’ın ortasıyla gelse de, Scholes’un hemen tedaviden sonra gelip akını beslemesi takdire şayandı. Essien’in savunma fundamentalinin eksik olması Ronaldo’nun çok rahat bir kafa vurmasına sebep oldu. Ronaldo, kusursuz hızı ve tekniğinin yanında gittikçe gelişen hava toplarında bitiriciliği de ekleyerek durdurulamaz bir oyuncu olma yolunda ilerliyor. Bu golden sonra Man Utd kanatlardaki Hargreaves ve Ronaldo’nun ortaya, ortadaki Tevez ve Rooney’in geriye yaklaşmasıyla uzun top pozisyonlarına döndü. Cech’in üst üste iki kurtarışı belki de maçın dönmeyecek bir noktaya gelmesine engel, Chelsea’nin hareketlenmesine de sebep oldu.


Maç golden sonra hareketlense de, zemin problemleri maçın gerçek temposuna bir türlü ulaşamamasına neden oldu. Bu da önde olan Man Utd’ın işine yarayacak diyordum ki, Lampard biraz şansın, biraz doğru zamanda doğru yerde olmanın yardımıyla golünü attı. Devrenin berabere bitmesi iki açıdan çok iyi oldu Chelsea adına: takım soyunma odasına geride gitmeyerek motivasyonunu ve psikolojik üstünlüğünü tazeleme şansı yakaladı, ikinci yarı golü yakalamak için rakibe göre ekstra efor sarf edip uzatmalarda yorgun düşmedi.


İki faktör de maçın gidişatına etki etti, Chelsea ikinci yarı maçın hakimiydi, oyunu ileriye yıkıp, Lampard ve Ballack’ın topla biraz daha ileride oynamasını sağlayıp neredeyse tek dilimde maçı oynarken, iki elin parmakları kadar şut çekti ve bunların bir tanesinde Drogba direği nişanladı. Chelsea’nin bu kadar rahat pas yaptığı ve Man Utd’nin forvet – orta saha bağlantısını neredeyse kopardığı maçta Ferguson ne gibi bir müdahalede bulunabilirdi? Bence Tevez ve Rooney’den birini çıkarıp Giggs ya da Anderson’u sokabilirdi. Herhangi bir değişiklik yapmadan maçı bitirmeyi tercih etti (son dakikalarda yapılan Giggs – Scholes değişikliğini uzatmalar için sayıyorum).

Man Utd’ın silik oyunu uzatmalarda da devam etti, Chelsea çok net bir pozisyonu harcadıktan sonra her açıdan üstün gözüküyordu, ta ki Giggs’in kaçırdığı pozisyondan sonra. Chelsea o an oyunu fazla riske etmemesi gerektiğini fark etti, ve biraz daha dengeli, bolca fizik mücadeleli ve sinir harbi halinde bir maç oldu. Tevez’in çirkinliğiyle alevlenen ortamda Drogba daha büyük bir çirkinlik, aleni tabirle salaklık yaptı ve kırmızıyı görüp çıkmak zorunda kaldı. Bu, takımın güvenilir penaltıcılarından biri olarak, kabul edilemeyecek bir kontrolsüzlüktü.


Penaltılarda fizik olarak daha iyi olan ve kupayı daha çok isteyen taraf avantajlıdır diye düşünmüştüm hep. Öyle de gelişti, Ronaldo saçma penaltı stiliyle bir kritik penaltı daha kaçırdı, Chelsea son penaltıyla işi bitirebilirdi. Bir sezon boyunca takımı becerileri ölçüsünde en üst noktaya taşıyan, paha biçilmez, üstün defans oyuncusu, kaptan John Terry son penaltı için doğru bir seçim miydi, bilemem. O an için penaltıyı atmak sade ayaklara kalan bir beceri işi değil. Nitekim Terry iyi bir vuruş yaptı aslında, ayağı kaymasa belki de köşeye mıhlayacaktı topu. Penaltı konusunda âlemin en beceriksiz kalecilerinden olan Van der Sar’a da piyango vurmuş oldu. Anelka da hiç bir zaman kalıbının adamı olamadı, kritik bir anda doğruyu yapamadı. Bu yaz artık toparlanıp olgunlaşması şart.


Penaltılar futbolun içinde her zaman var, futbolun içinde de her zaman kupayı en çok isteyen oyuncunun elinden kaçırması olacak. Man Utd sezon boyunca hak ettiği yerde oldu, hak ettiği bir kupayı aldıklarını da söyleyebiliriz ama bu maçta bu sene yazılırken akla gelecek o muazzam futbolu oynayamadılar, yakınından bile geçmediler. Hatta ikinci yarı Chelsea’nin bütün ipleri eline almasını çaresizce izlediler. Kazananın da, kaybedenin de ağladığı bir final oldu. Avram Grant oyuncuları etrafına topladığında ne söyledi, ne anlattı bilemiyoruz ama bu maçtaki pozlarıyla iyi prim topladı, bu gerçek. Belki bu krediyle takımın başında bile kalır. Yine de Lampard’ın seneye bu takımda olmayacağını düşünüyorum, kezâ Drogba’nın kesinlikle ayrılacağını düşünüyorum.


Bu arada, yeri gelmişken, kupa töreni dün olduğu gibi tribünde olur. Saha içine platform kurulmasından hep nefret ettim, hep de nefret edeceğim. Kupa alırken o merdivenleri çıkmak, oyuncuların yüz ifadelerini seyretmek futbolun paha biçilmez keyiflerinden biri. Man Utd’lı oyuncuların dizilip sezon boyunca didiştikleri rakiplerini alkışlamalarını izlemek, paha biçilmez. İki takıma da çok iyi sezonları için tebrikler.

Euro 2008 : Yeni Kurallar


Uefa, turnuva öncesi iki de yeni kural açıkladı. İkisinin de karşı çıkanları olabilir ama Platini'ye hak verdim.

İlk kural turnuvalarda, özellikle yarı finallerde görmeye alıştığımız bir futbolcu dramını önlemeye yönelik. Daha önce çeyrek final maçında sarı kart gören oyuncu, yarı finalde her zaman diken üstünde olur. Göreceği bir sarı kart, belki de kariyeri boyunca bir daha göremeyeceği ya da belki de ileride arkadaşlarına, çocuklarına veya torunlarına anlatacağı tek maç olacak o büyük anı kaçırmasına neden olacaktır. Ama öyle bir an gelir ki, aklınca bir pozisyonu önlemek için takımı adına faulü yapar ve hakem düdüğü çalar. Hakemin düdüğü çalmasıyla, elini cebine götürmesi arasında geçen o kısa sürede finali kaçıracağını hatırlayan futbolcu ne yapacağını bilemez. Genelde hakeme giderler, hafif Lugano-vari, daha çok "yapma be hocam, gösterme gözünü seveyim" diyen gözler ve yana yatmış bir kafayla.

İşte yeni uygulama bu noktada devreye giriyor ve turnuva sırasında sarı kartlar grup sonunda ve çeyrek finalde sıfırlanıyor. Yani kısacası, finalde oynayamamak için yapılması gereken tek şey yarı finalde sakatlanmak veya kırmızı kart görmek. Kaleciyseniz de, kramponunuzu temizlerken elinizi kesmemeye dikkat edin.

2. kuralsa ölüm gruplarını engellemek için çıkarılıyor gözükse de, mantıklı bir düzenleme. Şöyle ki, Uefa sıralamalarına artık hazırlık maçları dahil edilmeyecek. Eskiden nasıl bir orantı vardı resmi maçlarla hazırlık maçlarından alınan puanlar arasında, bilemiyorum. Yine de hazırlık maçlarından puan kazanmak zaten pek adaletli bir durum değildi.

Tabi bu kurallar Uefa'yı bağlıyor bildiğim kadarıyla sadece. Fifa ve Blatter bu konuda Uefa ve Platini'yi takip eder mi onu da bilmiyorum ama şu aşamada sadece Avrupa turnuvalarında izleyeceğiz bu uygulamaları.

21 Mayıs 2008

Take it to the next level: Samir Nasri


Arsene Wenger'in Hleb'in ayrılacağını anladıktansonra Lyon'dan Ben Arfa ya da Marsilya'dan Samir Nasri transferi yapacağı biliniyordu. Uzunca bir süre Ben Arfa ile flört ettiler ama piyango Nasri'ye vurdu. Bunda Nasri'nin 12 milyon £ civarı bir paraya serbest kalma opsiyonuna sahip olmasının da payı var.

Nasri'nin kendisinden beklenilen o üstün başarıları karşılayacak fizik ve teknik kapasiteye sahip olmadığını dşünenlerdenim. Ama tıpkı reklamda olduğu gibi, Arsene Wenger'in kucağına düşerek kariyeri için olabilecek en iyi adımlardan birini atmış oldu. Arsene Wenger bu tip oyuncuların gelişimine dünyadaki tüm teknik direktörlerden daha fazla mesai ayırdığı bir gerçek. Ondan Hleb'in pozisyonunda, yani kanat oyuncusu görümünde içe daha yakın bir hücuma dönük orta saha olarak kullanacağını ve yeteneklerini bu alanda törpüleyeceğini düşünüyorum. Hleb'in hızına ve kuvvetine sahip olmaması bir dezavantaj, bu sebeple Arsenal'in direkt olarak böyle bir değişikliğe gitmesinin onlara gelecek sezon adına eksi olarak döneceğini ve atılım yapacak bir Liverpool'un arkasında kalacaklarını düşünüyorum.

Arsene Wenger'in bir karar vermesi gerek. Arsenal'in yeni stad inşaatından sonra herhangi bir mali problem yaşamadığını biliyoruz. Elindeki kilit oyuncuları daha gençleriyle takas etmeye bir noktada ara vermesi ve sistemini işleten adamları büyük klüplere kaptırmaması gerekiyor. Mesela 2 sene sonra Fabregas'ın yerine oynayabilecek 1991 doğumlu bir yıldız adayı bulursa Fabregas'a gelecek büyük bir teklifi kabul edecek mi? Genç jenerasyonu yakalamak iyi, gzel de artık bu oyuncuları en azından dört ya da beş sezon bir arada tutması gerekir diye düşünüyorum.

Man Utd - Chelsea; 21.45 - Moskova


Bir kez daha CL finali günü geldi çattı. Uzun yıllardır bu kupada finale erişmeye çalışan Chelsea, iki yıldır oynadığı müthiş futbolu bu kupayla taçlandırmak isteyen Man Utd karşısında. Alex Ferguson'un belki de Man Utd ile son maçı. Chelsea'nin bazı oyuncularının da aynı kaderi paylaşacağı söylentileri sene başından beri konuşuluyor.

Bu açıdan bakarsak maçın psikolojik faktörleri ön plana normalden daha fazla çıkacak, belki de fiziksel mücadele bu kapışmanın arkasında olacak. Chelsea için öyle olması zaten kaçınılmaz, beklemedikleri ama çok istedikleri bir yerdeler, en önemli oyuncu Lampard'ın annesinin ölmesiyle Liverpool ve Man Utd karşılaşmalarında kenetlendiler. Bu finali kesinlikle Man Utd'dan çok daha fazla istediklerinden eminim.

MANCHESTER UNITED (4-3-3): Van der Sar; Brown, Ferdinand, Vidic, Evra; Hargreaves, Carrick, Scholes; Cristiano Ronaldo, Rooney, Park (Tevez).
CHELSEA (4-3-3): Cech; Essien, Carvalho, Terry, A. Cole; Lampard, Makelele, Ballack; J. Cole, Drogba, Kalou (Malouda).


Bunlar La Gazzetta'daki muhtemel kadrolar. Böyle olacağını kabul ederek düşünüyorum. Man Utd maça kesinlikle Tevez'le başlamalı çünkü sadece Ronaldo ve Rooney ile çıkarlarsa Chelsea alan savunması arasında boşluk bulmakta çok zorlanırlar, bu da maçın kontrolünü ve momentumunu Chelsea'ye verir. Hatta ben olsam Hargreaves'i keser, hem Park hem de Tevez'i kullanıp çok daha enerjik bir takım sahaya sürerdim çünkü final maçı büyük ölçüde istek ve enerjinin normalden çok daha fazla ön plana çıktığı maçlar oluyor. Ama bu sene Ferguson hiç böyle oynamadı.

Chelsea'nin kadrosunda da bir çekingenlik seziyorum. Sağ bek yine Essien, ona orta sahada çok daha ihtiyacı olabilirdi Grant'in. Ben olsam hızı ve fiziği Ronaldo ile boğuşmaya yetmeyecek de olsa Ferreira'yı kullanır, Essien'i o tarafa yakın oynatır ve kademesine sokar, böylece onu orta sahada bulundururdum. Bu diziliş bana Chelsea'nin oyunu rakip sahaya yıkmak, Man Utd'nin de daha geride kabul edip açık alan kovalamaya çalışacağı izlenimini veriyor.


Tüm teknik analizlerin ötesinde demiştim bu maç için. Bir de o açıdan bakalım. Son CL yazımda Chelsea'nin moral olarak son Man Utd ve Liverpool maçlarıyla çok öne geçtiğinden bahsetmiştim. Bu durum bana göre devam ediyor hâlâ. Chelsea Mourinho döneminde hep rakiplerinden daha az motive çıkardı bu tip maçlara, mesela Liverpool ile oynanan 2007 yarı finalinde takımın orta sahada sürekli agresif basan Liverpool bloğunu aşmayı becerememiş ve uzatmalar dahil silik kalmıştı. Belki de bu takımın savunma yapmayı kusursuza yakın öğrendiği ilk iki sezonundan sonra biraz serbest bırakmalıydı José. Oyuncuların kendi kararlarını kendilerinin vermesine olanak tanımalıydı. Avram bunu yaptığı ve olumlu sonuçlandığı için bunu söyleyebiliyorum.


Man Utd ise bu maçı istediği gibi götürmek için çok iyi bir konsantrasyona ihtiyaç duyacak. Ronaldo'nun tatlı sert futbolla karşılaşması muhtemel ve buna uygun oynaması, topu değerlendirmesi ve belki de dengesiz bir savunma bulmadan sıfıra inmemesi gerek. Öbür tarafta Kalou için de aynı şey geçerli, akıllı oynaması lazım. Sahanın zemininin çok kötü olduğu ve çimlerin yer yer çim özelliklerini kaybettikleri yazılmış bir kaç yerde, eğer zemin dikkat çekici derecede kötüyse bu da Chelsea için bir avantaj.

Chelsea bu kupayı alırsa benim kafamdaki önemli bir tabuyu da zedelemiş olacak. Man Utd alırsa benim için sürpriz olacak çünkü o agresifliği sahaya koyabileceklerini düşünmüyorum.

20 Mayıs 2008

Euro 2008 Kadroları - 11 - İtalya


Donadoni dünya şampiyonu kadroyu büyük ölçüde korudu. Giren çıkanlara kısaca bakarsak; Perruzzi'nin yerine De Sanctis, Zaccardo ve sakat Oddo'nun yerlerine Panucci ve Chiellini, Totti'nin yerine Aquilani, Barone'nin yerine Ambrosini olarak özetleyebiliriz.

Forvet hattında elemelerle birlikte başlayan bir yenilenme var, Cassano'nun yeniden çağırılması Del Piero'nun varlığında sürpriz oldu. Şu anda açıklanan kadro 24 kişilik ve büyük ihtimalle bir forvet çıkarılacak, zaten geçen turnuvaya göre bir stoper eksik almış Donadoni, ortayı Barzagli - Cannavaro ve Materazzi ile idare edecek, ihtiyaç olursa Panucci.

Panucci bu senenin ikinci bölümündeki performansıyla formayı kaptı, çağırılmayı bekleyen Inzaghi alınmadı ve büyük arıza çıkardı Milan'ın resmi sitesinde. Totti ve Nesta'nın yokluğu belini büker bu takımın ancak kadro hâlâ kaliteli. Hangisi çağırılacak diye düşündüğüm Montolive ve Aquilani'nin ikisi de çağırıldı, umarım forma şansı bulur en azından biri her maç. Forvette hem Quagliarella hem de Borriello çok formda, bir forvet atılacağı kesin, bu kim olur kestirmek zor.

Goalkeepers: Marco Amelia (Livorno/6 caps), Gianluigi Buffon (Juventus/81), Morgan De Sanctis (Sevilla/ESP/2)

Defenders: Fabio Cannavaro (Real Madrid/ESP/115, capt), Andrea Barzagli (Palermo/21), Giorgio Chiellini (Juventus/9), Fabio Grosso (Lyon/FRA/30), Marco Materazzi (Inter Milan/40), Christian Panucci (AS Roma/52), Gianluca Zambrotta (Barcelona/ESP/70)

Midfielders: Massimo Ambrosini (AC Milan/30), Alberto Aquilani (AS Rome/4), Mauro Camoranesi (Juventus/34), Daniele De Rossi (AS Roma/33), Gennaro Gattuso (AC Milan/57), Riccardo Montolivo (Fiorentina/1), Simone Perrotta (AS Roma/40), Andrea Pirlo (AC Milan/45)

Strikers: Marco Borriello (Genoa/2), Antonio Cassano (Sampdoria/10), Antonio Di Natale (Udinese/17), Alessandro Del Piero (Juventus/85), Fabio Quagliarella (Udinese/8), Luca Toni (Bayern/GER/33)

En fazla milli olanlar,
Paolo Maldini 126
Fabio Cannavaro 115
Dino Zoff 112
Giacinto Facchetti 94
Alessandro Del Piero 85


En çok gol atanlar,
Luigi Riva 35
Giuseppe Meazza 33
Silvio Piola 30
Roberto Baggio 27
Alessandro Del Piero 27

Yedinci maç hatırası

Duck Rivers


I wanted him [Pierce] on him [LeBron] at the end of the game because... Bump foul... It's Paul Pierce guarding LeBron... (burada kafasını aşağı yukarı sallayıp eliyle de bir terazi hareketi yapıyor) You know what I'm saying?

LeBron James


I can adjust to any kind of teammates that's put around me, it doesn't take me that long, I think it's a much difficult challenge to those guys to get used to our system and to get used to playing along with myself.

I always wanna win, I'm not disappointed in any of my coaching staff, any of my teammates. You know, I've always been a winner and I am a winner.

Like I said before the game, a game 7 at the Garden, it gets no better than this. And as a fan, I know so much about the [league's] history, this will go down in history.

Just like Dominique Wilkins, I ended up on the short end.

Kevin Garnett


Today, our game plan was "Get the ball to Paul Pierce and get the hell out of the way!"

Mucize gerçekleşmedi


Evet, Inter Parma'yı yenemeseydi ve Roma şampiyon olsaydı ciddi bir mucize gerçekleşmiş olacaktı. Son Serie A yazımı yazdığımda puan farkı yedi olmuştu, Roma iyi bir maç oynamasına rağmen Lazio'dan darbe yemiş ve biraz da yetersiz olduğunu hissetmişti. Kalan maçlarda İnter'in zor fikstüründen bahsettik, zaten bu fikstür dahilinde çok darbe yedi Inter ama Roma şampiyonluk istiyorsa alması gereken maçlarda pek çok puan savurdu.

Öncelikle Cagliari maçı en büyük kayıptı. Bu biraz da kafaların Manchester'la dolduğu bir haftada oynandı ve zaten ümidi azalmış Roma bir de hüsran yaşayarak Serie A'yı ikinci plana almak zorunda kalırken, bir yandan da Şampiyonlar Ligi'nde iddiasını kaybetmenin şoku yaşadı. Eğer Roma formsuz Inter'den son dakikadaki o fantastik golü yemese ve formunu ilerleyen haftalara taşısa çevirmesi içten bile değildi. Bu sebeple Zanetti'nin o maçta kaydettiği gol, belki Ibrahimovic'in son haftada attığından bile daha değerliydi. Sonra CL moralsizliğiyle ve Amelia'nın insan üstü performansıyla Livorno beraberliği geldi ki Livorno ligde sonuncuydu.


İşin Inter tarafına gelince, bana göre kupayı hediye etmek için ciddi bir çaba sarfettiler ama yeterli olmadı. Sezon boyunca en büyük sorunları geçen sene olduğu gibi Mancini idi, geçtiğimiz sezon Serie A'nın karambol bir sezonuna denk geldikleri için çok göze batmadı ama CL yine hüsrandı. Mancini'nin en büyük problemi, orta saha hakimiyetini çok kısıtlayan defansif taktikleri ve orta sahaya düzenli olarak Maxwell, Cesar, Balotelli gibi oyuna katkısı kısıtlı oyuncuları monte etmesiyle sorgulandı, yıldızlardan harmonik bir verim alamadı. Zanetti ve Cambiasso'nun üzerine çok yük bindi çünkü Vieira silik bir sezon geçirdi. Ibrahimovic ile arasını iyi tutamadı. Adriano'yu kontrol altına alamadı. Sadece taktik çizen oyuncu dizen bir adam olarak kaldı sezon boyunca.


Hiç bir Inter taraftarının Mancini'nin performansından tatmin olduğunu sanmıyorum ki bu yaz Mourinho için ciddi bir atılım yapacakları ve Lampard'lı bir paketle onu ikna edebilecekleri yazıyor sağda solda. Doğru karar olacağını düşünüyorum çünkü gelecek sezon aç ve yenilenmiş bir Milan bu sezonu geçiş sezonu olarak kullanan Juventus -ki onların da koç değişikliğine açık seçik ihtiyacı var- ve kapasitesini ve potansiyelini her geçen maç biraz daha geliştiren Roma'ya karşı bu kadar rahat olmayacakları açık. Şu an coşku hakim taraftarlarda doğal olarak ve bu konuyu dile bile getirmiyorlar ama bunda geçtiğimiz sezon çok öten Gattuso ve arkadaşlarını göt etmenin de büyük payı var. Prepara la vaselina!

Roma sezonu istikrarlı ve iyi oynadı ama gerçek anlamda şampiyonluk şansına sahip olduklarını Inter arka arkaya puanları saçana kadar farkedemediler. İçerde Livorno'ya yapılan puan kaybını konsantrasyon eksikliğiyle ilişkili bir sürprizden fazlasıyla nitelemek yanlış olur. Totti'nin Cagliari maçındaki sakatlığı ikinci kez ciddi bir Roma şampiyonluk şansını zedeledi zira sahada onun varlığıyla bu tip bir puan kaybı yaşamazlardı.


Son haftaya bakınca dramatik bir son görüyoruz. Sicilya'da günlük güneşlik Parma'da ise kabus gibi bir hava vardı. Kuzey-Güney mi denir, yoksa Tanrı bile Roma'yı istiyordu mu denir bilemiyorum. Inter bu maçta bile ne yaptığını bilmez bir haldeydi, Cambiasso'suz ve Ibrahimovic'siz çok dengesiz gözüktüler. Cruz'un becerisiyle bir kaç zor maçı almışlardı ama bu ağır sahada Balotelli'yle eşleşince onun verimliliği de azaldı. Maicon bütün maç ileri geri çalışıp takımın en iyisi oldu. Materazzi'nin çok kritik bir müdahelesi var. Parma'nın bastırdığı dakikalarda oyuna giren Ibrahimovic müthiş golüyle kupayı ısırdı. Sonra Roma da moral bozukluğuyla maçı bıraktı.

Roma sabırlı ve gözle görülür bir gelişme kaydediyor iki sezondur, Totti'nin bu yaz daha fit geri geleceğini ve üç sezon daha verimli olarak oynayacağını tahmin ediyorum, kaliteli bir forvet ve derinlik katacak bir kaç transfer ile bu takımı seneye olmadık yerlerde görebiliriz. Inter'in bu tip egolu yıldızlardan verim alabilecek ya da bir revizyon için kredisi olacak bir adama muhakkak ihtiyacı var.

Juventus ve Fiorentina istediklerini aldılar ve CL vizesiyle gelecek sezon için kadrolarına belki 1-2 ciddi ekleme daha yapma kredisi kazandılar. Del Piero ve Trezeguet ikilisi 20şer golü geçtiler ama milli takımlarında büyük ihtimal olmayacaklar, şaşırtıcı. Fiorentina son CL macerasında korkutucu Batistuta'ya sahipti ve çok başarılı olmuşlardı. Milan'ın mali problemi olacağını sanmıyorum ama onların transfer pazarına ciddi gireceği dedikoduları var. Zambrotta ve Flamini şimdilik kesinleşen isimler ama Ronaldinho, Sheva, Drogba derken karambolde Kaka'yı kaçırırlarsa aynı filmi izleriz gibime geliyor.


Geçen sezon yedinci olan Empoli'nin düşmesi sürpriz oldu, Parma da köklü bir klüp sayılırdı 18 senenin hatırına ama Catania'nın kalmasına sevindim. Livorno'nun düşmesine çok sevindim. Genoa ve Atalanta beklentilerimin üzerinde bir sezon geçirdiler.

Son olarak Güntekin Onay'a da Parma-Inter maçındaki sunumu için teşekkürü borç bilirim. Çok iyiydi, hiç takip etmeyen bir adamı aydınlatacak, Bilmeyen adamı da doyuracak bilgiyi dengeyi kaybetmeden verdi. Ara ara oyuncular hakkında güzel bilgi girdi, sonda Inter'in şampiyonluk sezonlarını da saymasa her şey çok iyi olacaktı, orada biraz bayıltır gibi oldu. Zevkli ve çekişmeli bir sezon geride kalmış oldu. Del Piero gol kralı oldu ama aday kadroda olması beklenmiyor, Totti ve Nesta'nın yokluğunda İtalya Euro 2008'de underdog gibi ama Donadoni'nin agresif takımının yine en az yarı final göreceği konusunda görüşüm sabit.

Kahn'ın vedası



Almanya'nın efsane kalecisi Oliver Kahn haftasonu Hertha Berlin maçında son kez kaleci kazağını giydi ve emekli oldu. Aynı maçta Ottmar Hitzfeld de son kez Bayern kulübesindeydi ve Euro 2008 sonrası İsviçre Milli takımını çalıştıracak ancak bunun diğer ismin yanında pek bir önemi yok. Kahn, maçın 89. dakikasında yerini Rensing'e devretti. Hertha forveti Domovchiyski de Kahn'ın yediği son gole adını yazdırdı.

Oliver Kahn tüm zamanların en iyi yer tutan ve oyunu en iyi okuyan kalecilerinden biriydi, bunun yanında tıpkı Rüştü gibi en kritik maçlarda rahatsız edici hatalar yapma potansiyeline de sahipti. 1994 yılında UEFA yarı finaline taşıdığı Karlsruher'den efsane olduğu Bayern'e transfer oldu ve bu kulüpteki 14. sezonuydu. 2001 Şampiyonlar Ligi finalinde iki penaltı atışını kurtarırken adeta 1999 finalinde çıkmadığı ayan topun hesabını keser gibiydi. Aynı sezon yarı finalde Real Madrid'den gol yemezken de çok iyi bir performans sergilemiş ve ismini tüm dünyaya kabul ettirmişti. 2002 Dünya Kupası'ndan sonra sakat ve ardından formsuz bir dönem geçirmesine rağmen kısa süre kaybettiği kaleyi devraldı ve istikrarlı performansını sürdürdü. Alman liginin bütün rekorlarını paramparça etti, en çok gol yemeden maç tamamlayan ve en çok maça çıkan kaleci oldu.

Milli takım kariyeri de maceralar barındırsa da genelde başarılıydı. 2002 Dünya Kupası'nda takımın çeyrek ve yarı final müsabakalarında devleşti ancak finalde Brezilya'ya karşı kötü bir hata yaptı. Son bir sezondur yerini Arsenal'in kalecisi Lehmann'a kaptırmıştı.


Oliver Kahn
15.06.1969
86 milli maç
535 kulüp maçı
2002 Dünya Kupası en değerli oyuncu
2001 Şampiyonlar Ligi Finali en değerli oyuncu

18 Mayıs 2008

Euro 2008 Kadroları - 10 : İspanya

Olacak - olmayacak derken Aragones kadroyu açıklamış ve malesef O yok. O'nsuz bir İspanya takımı görecek olmam, turnuva öncesi en büyük hayalkırıklığım oldu. Forvetteki yeni yıldız Krkic de kadroda yok. Verde'nin yazdığı gibi Krkic'in bu yaşta böyle bir onuru geri çevirmesi çok akıllıca verilmiş bir karar değil kesinlikle. Ama yine de şu ana kadar her yaz U-xy turnuvaları oynayan ve bu sezon da üstüne yoğun A takım temposuna giren bir çocuk için hoşgörülü olunması gereken bir an. Ki zaten İspanya'da ve Aragones'te de böyle bir tavır var. Vicente ve Reyes'i zaten elemelerde de hiç kullanmamıştı. İşin garibi Joaquin (sakatlık durumu nedir bilmiyorum) de yok. Ama o kadar geniş seçenekleriniz var ki söz konusu olan takım İspanya olunca, mesela benim aklımdaki iki isim Espanyol'lu Riera ve Tamudo'ya yer kalmadı.

Kadroda orta saha şişkinliği var biraz. Xavi, Iniesta, Fabregas, Senna, Alonso, hatta De La Red. Belki de kimbilir, Aragones savunmanın önüne eskisi gibi kolay gol yemeyen bir takım yaratma hayaliyle set örüyor. Ben yine de İspanya'nın Portekiz gibi kendi sistemine sadık kalması taraftarıyım. 2006'da favorimdiler, çok da iyiydiler bana kalırsa elenmelerine rağmen. Bugün daha sade bir takım gibiler, ben yine İspanya'nın şansını döndürmesini bekleyeceğim.

Bir diğer detay da, milli takıma en çok oyuncu veren takımların Liverpool ve rezil bir sezon geçiren Valencia olması.

Goalkeepers: Iker Casillas (Real Madrid CF), Pepe Reina (Liverpool FC), Andrés Palop (Sevilla FC).

Defenders: Sergio Ramos (Real Madrid CF), Álvaro Arbeloa (Liverpool FC), Carles Puyol (FC Barcelona), Carlos Marchena (Valencia CF), Raúl Albiol (Valencia CF), Juanito (Real Betis Balompié), Joan Capdevilla (Villarreal CF), Fernando Navarro (RCD Mallorca).

Midfielders: Marcos Senna (Villarreal CF), Xabi Alonso (Liverpool FC), Xavi Hernández (FC Barcelona), Cesc Fábregas (Arsenal FC), Andrés Iniesta (FC Barcelona), Rubén De la Red (Getafe CF), David Silva (Valencia CF), Santiago Cazorla (Villarreal CF).

Forwards: David Villa (Valencia CF), Daniel Güiza (RCD Mallorca), Sergio García (Real Zaragoza), Fernando Torres (Liverpool FC).


En fazla milli olanlar,
Andoni Zubizaretta - 126
Raul Gonzalez - 102
Fernando Hierro - 89
Jose Antonio Camacho - 81
Rafael Gordillo, Iker Casillas - 75

En çok gol atanlar,
Raul Gonzalez - 44
Fernando Hierro - 29
Fernando Morientes - 27
Emilio Butragueno - 26
Alfredo Di Stefano, Julio Salinas - 23


Bordeaux


Uefa gruplarında son hafta. İşini şansa bıraka Galatasaray'ın gruptan çıkması için liderliği garantileyen Bordeaux'nun, Panionios deplasmanında kazanması lazım. Hristiyan birliği, yedeklerle çıkacaklar, küstah Avrupalılar.. vs curcunası sonunda Bordeaux çıkıp, 0-2'den çevirdiği maçı almıştı.


O Bordeaux dün gece yine kritik bir deplasmana çıktı. Öyle ki, Lyon'un puan kayıpları sayesinde tekrar potaya girmişlerdi ve şampiyonluk şansları vardı, Lyon'un Auxerre deplasmanında kaybetmesi halinde. Onların rakibiyse Lens'tı ve Lens da Paris Saint Germain ve Toulouse'la küme düşmeme yarışı yapıyordu. Dün gece maçlar başladı ve herkesin kulağı kısaca birbirlerinin maçındaydı. İlk yarılar bittiğinde Lyon 2-0 önde ve şampiyonluğu garantilemiş gibiydi. Bordeaux-Lens 0-0'dı hala ve diğer maçları radyodan dinleyenlere gelen haberler, Toulouse maçının 1-1, PSG'in ise deplasmanda 1-0 önde olduğuydu. Daha sonra Lyon 3. golü attı ve artık şampiyon olmuşlardı, iddiasız takımlara karşı oynayan Toulouse ve PSG'in de kazanacağı çok belliydi (ki ikisi de sonlarda -aman abi belli etmeyelim fazla- tipi galibiyet golleri attılar). Bu noktada Lyon'un 3. gol haberini alan Bordeaux'nun, düşecek olan rakibinin üstüne gitmemesi kabul edilebilir bir durumdur. Üstelik böyle yapsalar ve Lens maçı kazansa, pek sevmedikleri Toulouse düşecekti. Ama Bordeaux maça asıldı ve 2 kere öne geçerek berabere kaldılar.

Laurent Blanc, geçirdiği başarılı debut sezonuna böyle nüanslar da eklemeyi başardı. Blanc'ın 98 Dünya Kupası yarı finalinde dirseği yerleştirdiği Slaven Bilic ise Hırvatistan'la benzer bir durumu Wembley'de yaşattı. Tesadüfler, tesadüfler.

17 Mayıs 2008

UEFA European U17 Championship - 4



Böylesine ayağa kadar gelen fırsatı kaçırmak hiç hoş olmadı. Her türlü şanssız durumla karşılaşınca finali de ıskalamış bulundum. Final hakkında yazacak çok fazla şeyim yok, zaten bu satırları okuyabilen hemen herkes UEFA'nın sitesinden her türlü bilgiyi edinebilir.

Şampiyonanın sona ermesiyle aklımda kalanları eklemek isterim.

Turnuvanın öne çıkanlarını kolayca sıralayabiliriz. İspanya ile başlamak doğru olur. Bu şampiyonayı üst üste kazanan ilk takım oldular. Teknik direktörleri Juan Santisteban'ın 20 senede 19 kere son gruplara kalma, 6 kez de şampiyon olma gibi üstün başarıları olduğunu eklemek gerek. İspanya'yı oyuncu oyuncu incelemenin pek anlamı yok ancak özellikle canlı izleme şansı bulduğum yarı final maçında Keko'nun hem bireysel olarak hem de takıma katkı olarak diğerlerinden daha çok çalıştığını ekleyebiliriz.

İspanya dışında takım olarak, turnuva boyunca istikrarlı bir oyun sergileyen takım olmadı. Fransa'nın, Hollanda'nın ve Türkiye'nin inişli çıkışlı oyunları kupayı kaldırmalarına engel oldu. Başarılı oyuncuları tek tek sayacaksak eğer; Sırbistan'dan Daniel Aleksic'i, Fransa'dan Remy ve Tafer'i, Türkiye'den Abdulkadir ve Eren'i, sıfır çeken İskoçya'dan sol bek Leland'ı, Hollanda'dan La Parra ve Sneijder'ı sayabiliriz. Bunlar kişisel görüşüm elbette...

Hayalkırıklıklarına gelince;

Seyirci sayısı turnuvanın en önemli falsosu. "Avrupa'da olsa" geyiğine girmeye gerek yok, dünyanın herhangi bir ülkesinde bu tür genç oyuncuların yer aldığı şampiyonalar büyükerine oranla daha az ilgi çeker ama örneğin bir Hollanda - İspanya yarı final maçında bomboş bir stat görmek -stadın Antalyaspor'un da maçlarını oynadığı stat olduğunu düşünürsek- keyif kaçıran bir durumdu. Aynı şekilde WOW spor merkezinin tribün kapasitesinin komikliği, Mardan spor kompleksinin Kaf Dağı'nın ardında bir yere yapılması seyirci sayısını etkiledi. Bir de Türkiye maçlarında yerli seyircinin gereksiz gazları ve daha 18'ine girmemiş bu çocuklara her maçta bunun bir ölüm kalım maçı olduğunu hissettirerek bağırıp çağırması, rakip takımın azınlık taraftarlarına ve oyuncuların ailelerine buranın Türkiye olduğunu hissettirmeye çalışmaları saçmasapan görüntülerdi. (Jüri özel ödülünü ise Hollanda - İspanya yarı final maçının devre arasında, oyuncular soyunma odasına giderken "forma lan forma" diye bağırıp, yedek oyunculardan birinden forma isteyen şuursuz abiye veriyorum.)

İrlanda ve İskoçya, şampiyonanın takım olarak en başarısızlarıydı. İskoçya'nın özellikle 9 kişiyle, 2-0 gerideyken bile kapanıp atağa çıkmaması enteresandı. Bireysel olarak ise ilk sıraya Batuhan Karadeniz'i yazabiliriz.

Önce şunu eklemek gerekir; bu çocuklar adı üstünde henüz çocuklar. Hatalarından ders alacaklar daha da önemlisi hatalı olduklarını kabul etmeyi öğrenecekler. Bu yüzden eleştirirken kantarın topuzunu kaçırmamakta fayda var. Batuhan'ın bu satırları okuyup benden feyz alacağını düşünüyor değilim, benim kızdığım kendini futbol gurusu zannedip bu çocukların daha 18 yaşında bile olmadığını farketmeden ellerine, dillerine dikkat etmeden atıp tutanlar. Batuhan turnuvanın tamamında kötü oynamış, kötü oynamakla kalmayıp saha içinde de takımı negatif olarak etkilemiş hatta yarı final maçında saçmasapan işler yapmış olabilir. Bunlar düzeltilebilecek şeyler, tabii ona yol gösterecek birilerinin olması şartıyla. Sinan Engin'in yapacağı türden bir iş değil.

Batuhan dışında, Hollanda forveti Castillion, özellikle benim izlediğim maçlarda "forvet oynamak zorunda kalmış Wagenhaus" gibiydi. 2 gol atmasına rağmen hem turnuvanın ilk maçında, takımın gücünü kanıtlayabileceği bir maçta hem de yarı final maçında, üstelik diğerlerinden fazlaca üstün fiziğini kullanamayarak fırsat tepti. İlk turda elenenlerden bolca hayalkırıklığı çıkartabiliriz.

Son sıraya da kendimi, daha doğrusu şansımı yazıyorum. Onca maçtan sadece üçünü canlı izleyebildiğim için.

16 Mayıs 2008

İstemiyorum!


Euro 2008'in başlamasına az bir süre kala çürükelmalar da yavaş yavaş dökülüyor. Milan'la iyi bir sezon geçirmesine rağmen takımın içler acısı durumunu düzeltecek katkıyı yapamayan oyunculardan Clarence Seedorf, iki uluslararası şampiyonayı pas geçtikten sonra kadroya davet edilmişti. Açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla van Basten'in kendisine biçtiği rolden rahatsız, daha ön planda olmak istiyor: "Since my return to the national team, the right conditions have not been created to let me perform at my best and to effectively excel as the team member I always strive to be. We have seen from the past that some negative issues with the national team and players are recurring." Kısaca diyebilirim ki, Seedorf çağırılmadığı şampiyonaların yükünü van Basten'in omuzlarına bindirip bir nevi öc almaya çalışıyor. van Basten hem insan olarak, hem futbolcu olarak saygı duyduğunu söylemiş Seedorf'a, görmemiş resti.


Beni asıl şaşırtan ise Bojan Krkic'in yorgun olduğu gerekçesiyle İspanya Milli Takımından affını istemesi oldu. 17 yaşındaki bir adam, İspanya gibi bir milli takımın kadrosuna çağırılıyor ve yorgun olduğu için gitmeyi reddediyor. Endüstriyel futbol bakalım daha neler gösterecek bize? Haberi gördüğüm euro2008blog'da güzel yorumlamışlar hadiseyi: Too tired? Does anyone actually want to play in this tournament? Did it suddenly become the Carling Cup of international football or something? I’m not too happy about this, because youngsters like Bojan emerging on the scene are a big part of what makes a tournament so thrilling. But the 17-year-old would rather stay in bed than play on the big stage this summer. Maybe someone just bought him a copy of Grand Theft Auto 4? I hear it’s addictive.

U17 finali başlarken..

Tayshaun, maçları yerinde izleyerek bize çok iyi yazılar yazmakta Antalya'dan ama ben de az sonra başlayacak final için naçizane bir-iki şey yazmak istiyorum. Öncelikle favorim İspanya. Belki de yayınlanmış bütün maçlarını izlemiş olmamdandır, belki de Juan Santisteban'ın artık en iyi altyapı koçu olduğuna inanmamdandır. Herneyse ben özellikle izlemekten zevk aldığım İspanya'da beni en çok etkileyen oyuncuları da yazıp, maçı beklemeye koyulacağım. Fransa'da Kakuta herkesin konuştuğu oyuncu ama ben İspanya'ya sadık kalmak da kararlıyım.

İlki 8 numara, takımın beyni, eski ünlü Brezilya'lı oyuncu Mazinho'nun oğlu Barcelona'lı Thiago Alcantara. Gördüğüm en kreatif genç oyunculardan biri. İleride Barcelona'nın değişmezlerden birisi olmaması için hiçbir sebep yok. İkincisi, 9 numara Ruben Rochina. Ayaklarına inanılmaz hakim ve çabuk bir oyuncu. Thiago gibi bilekleri çok yumuşak ve yine onun gibi harika şutlar çıkartabiliyor. Bu iki oyuncuyu özellikle izleyeceğim, Santisteban'ın çoğu zaman yaptığı rotasyona takılmazlarsa. İkisinin de Barça'lı olması nedense şaşırtmıyor insanı. 10 numara Santander'li Canales'in aniden terse attığı uzun paslar, top tekniği ve sahadaki Fabregas-vari olgun duruşu onun da adını bir yere not etmeme yol açtı. 7 numara Atletico'lu Keko ise daha çok Diego Capel-Caner Erkin karışımı enteresan bir adam, takip edilmesinde fayda var.

Bu kadar övdüm İspanya'yı kaybederlerse utanırım. Ama oynadıkları oyunu izlerken aldığım keyifi Fransa bana veremedi malesef.

Viva Espana!

Euro 2008 Kadroları - 9 : Almanya


Löw'ün kadrosunda en büyük sürpriz Hildebrand'ın olmaması. Adler, 2 senedir geliyorum diyen bir kaleciydi ama zaten burada sürpriz olan o değil Enke. Hildebrand, Canizares'in arkasına giderek yanlış bir transfer yapmıştı zamanında ama Koeman bu sene Valencia'nın şanssızlığı, onun şansı oldu gibi gözükse de gittikçe batan bir takımın laneti üzerinde kaldı. Diğer dikkat çeken adamlardan biri de Gladbach'ın 19 yaşındaki ufaklığı Marko Marin. Marin özellikle kanatta çok etkili bir adam. Löw'ün de çok tuttuğu oyunculardan biri ama final kadrosuna girebilecek mi bilemiyorum. Milan'ın istediği haberleri vardı, kadroya girmesi Milan için çok iyi bir haber olmaz mali olarak. Forvet rotasyonunda biraz genişlik var, ordan da bir oyuncu kesilmesi kuvvetle muhtemel. Veteran Neuville veya Köln'ü Bundesliga'ya taşıyan Helmes de muhtemelen kadroya giremeyecek. Bir diğer sürpriz isim de yine kesilmesini beklediğim Trochowski olsa da, en güzel haber bir türlü sevemediğim Asamoah'ın olmaması.

Almanya'nın en büyük şansı, Ballack'ın (bilen bilir, ona karşı da güzel duygularım yok pek) artık eski formunu yakalamış olması. İyileştiğinden beri lige ve Şampiyonlar Ligi'ne tutunan Chelsea'nin bana göre en formda oyuncusu. Açıkçası yazabilecek büyük bir dezavantaj bulamıyorum Almanya hakkında, en sağlam favorilerden biri diyip ucu açık bağlama yapalım.

Goalkeepers: Jens Lehmann (Arsenal FC), Robert Enke (Hannover 96), René Adler (Bayer 04 Leverkusen).

Defenders: Christoph Metzelder (Real Madrid CF), Per Mertesacker (Werder Bremen), Philipp Lahm (FC Bayern München), Arne Friedrich (Hertha BSC Berlin), Marcell Jansen (FC Bayern München), Clemens Fritz (Werder Bremen), Heiko Westermann (FC Schalke 04).

Midfielders: Michael Ballack (Chelsea FC), Thomas Hitzlsperger (VfB Stuttgart), Simon Rolfes (Bayer 04 Leverkusen), Torsten Frings (Werder Bremen), Bastian Schweinsteiger (FC Bayern München), Piotr Trochowski (Hamburger SV), Tim Borowski (Werder Bremen), Jermaine Jones (FC Schalke 04), David Odonkor (Real Betis Balompié), Marko Marin (VfL Borussia Mönchengladbach).

Forwards: Miroslav Klose (FC Bayern München), Lukas Podolski (FC Bayern München), Mario Gómez (VfB Stuttgart), Kevin Kuranyi (FC Schalke 04), Oliver Neuville (VfL Borussia Mönchengladbach), Patrick Helmes (1. FC Köln).

En fazla milli olanlar,
Lothar Matthaeus - 150
Jürgen Klinsmann - 108
Jürgen Kohler - 105
Franz Backenbauer - 103
Thomas Haessler - 101

En fazla gol atanlar,
Gerd Müller - 68
Rudi Völler, Jürgen Klinsmann - 47
Karl Heinz Rummenigge - 45
Uwe Seeler - 43
Miroslav Klose - 38

Olimpiyat Efsaneleri #8


Olimpiyat jeneriklerinde muhakkak yer alması gereken sporcular vardır, müthiş başarılarını kariyerlerine yaymış, arkalarından gelenlere örnek olmuş, kişiliğiyle ve azmiyle. Jeneriklerde yer almayacak olmasına rağmen, kısıtlı yetenekleri veya sakatlıkları mücadele etmesini engellememiş sporcular vardır, Olimpiyat ruhunu canlandıran ve yansıtan. Greg Louganis iki klasmanın da dışında, uç noktalarda gezindi, başarı hikâyelerinin ve skandalların başrolünde oldu kariyeri boyunca.

Louganis’in kariyerinde dört Olimpiyat altını var. 1976’da, henüz 16 yaşındayken ilk tecrübesini yaşadı. O yarışmada sadece platform dalışına katıldı (10 metre platform ve 3 metre sıçrama tahtası olarak ikiye ayrılır dalış müsabakaları) ve bu dalda üst üste üçüncü altınını cepleyen İtalyan Klaus Dibiasi’nin arkasından ikinci olmayı başardı. Moskova’daki Olimpiyatlara kadar olan süreçte Amerikan üniversiteleri kendisine burs yağdırdı. Miami’de başladığı eğitimini California’da tamamladı ve 1981’de Sanat diploması sahibi oldu.


Louganis bir İsveç/Samoa kırmasıydı ama bu 1980 Olimpiyatlarındaki boykota takılmasına engel olmadı. Onun yokluğunda altınları pek de parlak isimler olmayan Falk Hoffmann ve Alexandr Portnov götürdüler. 1984 Olimpiyatlarında ise soğuk savaşın diğer tarafı Rusya Los Angeles’a sporcu göndermezken, Louganis Carl Lewis ile birlikte "the official (fill in the blank) of the Olympics" şeklindeki Amerikan sloganının yüzleri oldular.

Louganis ön planda olmasının hakkını verdi, ve daha o zamandan kariyerini ulaşılması imkansız noktaya çekmesi muhtemel 1980 altınının değeri halk tarafından biliniyordu. Boykot onun belki de olması gerektiği noktanın altında kalmasını sağladı. Louganis 1984'te hem 3 metrede hem de 10 metrede şampiyon oldu.

Louganis’in efsane sıfatını her anlamda hak ettiği şampiyona ise 1988 Olimpiyatları idi. Favoriydi ve altını rahat kazanması bekleniyordu. 19 Eylül 1988’de, 10 metrede dokuzuncu dalışı olan 2½ ters parendede kafasını platforma çarptı ve kanlar içinde girdi havuza. "Platforma o kadar yakın olduğumu farketmemiştim, çarptığımda bir tür şok oldu. Ancak şunu söyleyebilirim ki, o an kafamdan çok gururumu incitmiştim" dedi olaydan sonra. Gururunu hakikaten incitmiş olacak ki, ciddi dikiş gerektiren açılmayı geçici dikişlerle kapattığı 35 dakikalık bir tedavi sürecinden sonra geri dönüp atlayışlarını tamamladı ve altını kazandı. Bu şampiyona, onun hem 3 metre sıçrama tahtası hem de 10 metre platformda altın aldığı üst üste ikinci Olimpiyat oldu ve bunu başaran tek sporcu o.

Louganis aykırı adam demiştik. 1987’de Playgirl dergisine poz verdiği zaman kimse şaşırmamıştı. 1994’te gay olduğunu açıklaması da o dönem için bir şoktu. 1994 Gay Oyunlarında anonsçuluk yaptı ve bu durumun onun için ne kadar normal olduğunu gösterdi, belki de gay sporculara iyilik yaptı. Ancak asıl şok, 1995’te Eric Marcus’un yardımıyla kaleme aldığı otobiyografisi Breaking the Surface’da yaptığı açıklamalarla oluştu. Louganis, HIV pozitif olan eski bir partnerinin ona tecavüz ettiğini satırlara döktürmüştü. Satırların bir kısmı şu şekilde Türkçe’ye çevirilebilir.

Tom işini bitirdiğinde, üzerimden kalktı ve bir süre orada durdu, bıçak hâlâ elindeydi ve azından bir kelime bile çıkmıyordu. Ben ağlayarak onu içine düşürdüğüm durum için, uçurumun kenarına ittiğim ve bu kadar kızdırdığım için, beni bu şekilde cezalandırmasını sağladığım için üzgün olduğumu söylüyordum… Yatakta, söyledikleri için haklı olduğunu düşünerekten, öylece uzanmış ağlıyordum, hak ettiğimi düşünüyordum. Eve dönerken polise uğramak ya da bir hastanenin önünde durup bana ne yaptığını anlatmak aklıma bile gelmemişti. Aslında bunu beş yıl boyunca kimseye anlatmadım… Sonraki gün bana yapabileceklerinden ve ondan hâlâ korkuyordum. Yaptıklarını kendime yedirmenin tek yolu bunun sadece ikimiz arasındaki bir olay olduğunu ve bunu yapmasının sorumlusunun ben olduğumu söylemekti. Bu nedenle olayın sorumluluğunu tamamen üzerime aldım ve kendi kendime ona karşı iyi olduğum sürece, bir daha böyle bir şeyin yaşanmayacağını söyledim.

Bu açıklamalar, Louganis’in kanını akıttığı havuza dalan diğer sporcuların müthiş bir korku yaşamasını sağladı çünkü Louganis AIDS virüsünü 1988 Olimpiyatlarından once kaptığını söyledi televizyonda. O sporcuların hiçbirinin vücudunda bir yara ya da kesik yoktu ve bu sebeple böyle bir virüsü kapmaları mümkün değildi, bu duruma inanmak için ise AIDS uzmanı doktor Anthony Fauci’nin durumu uzun uzun açıklaması ve herkesi iknâ etmesi gerekti. Kitabın piyasaya sürülmesi sonrasında su kıyafeti ve aksesuarı üreticisi Speedo dışında Louganis’in bütün sponsorları desteğini onun üzerinden çekti. Speedo ile Louganis’in anlaşması devam ediyor.

Otobiyografisinden 1997 yılında bir televizyon filmi yapıldı. 1999 yılında Louganis Betsy Sikora Siino’nun yardımıyla yazdığı ikinci kitabı olan For the Life of your Dog’u yayımladı.

15 Mayıs 2008

Ayak Tenisi

Dünyanın en zevkli oyunlarından biridir, Marsilya soyunma odasında oynanan bu versiyonunda squash esintileri de yok değil. En güzel özelliği istediğiniz gibi kural koyabilmenizdir zaten.

Samir Nasri'ye eşlik eden, Marsilya'dan ayrıldıktan sonra iki sezondur Selanik'te ilah haline gelen İspanyol Koke. Rakipler Lorik Cana ve Boudewijn Zenden.

Momentum

Şu ana kadar ev sahibi takımların konferans yarı finallerinde tek fireyle gitmesini dün geceki maç sonrasında Phil Jackson "olağandışı" diye yorumladı. Bu durumu açıklarken hakem standardı, seyirci avantajı salonun atmosferi, oyuncuların rahat oyunu gibi pek çok faktörü sayabiliriz. Celtics - Cavaliers serisinde ise iş dönüp dolaşıp momentumda takılıyor.


Celtics'in ilk turda deplasmanları boş geçmesi herkes için sürpriz oldu. Bu turda olmadı. Bunda garip bir şey yok zaten Cavaliers'ın iç saha performansı herkesin mâlumu. Celtics ilk kez beraber playoff oynuyor, sağlam bir koç bulunmadığı için seyirci itmesini hissetmedikleri deplasmanlarda kolay dağılabiliyorlar, tecrübe toplamı oynadıkları rakipten fazla olsa da. Ray Allen'ın bu kadar kötü atması, Cassell'in son üç maçtır bütün şutlarını kaçırması ve Pierce'ın son maç hariç ağırlığını koyamaması normal değil.

Celtics şampiyon olmak için deplasmanda maç kazanmak zorunda değil. Ama deplasmanda veya evinde kendi oyununu oynayabildiğini kendi kendine ispatlaması gerekiyor çünkü şu noktada yaşanan psikolojik sorunların kartopu gibi yuvarlandığı ve bu seride ya da başka bir seride takımı altına alabileceği ortada.


Celtics'in bu durumunu hisseden Cavs, akıllı ve beraber oynamayı iyi bilen oyunculardan kurulu olmasının avantajını da kullanarak Celtics'i sahanın her alanında ikili sıkıştırmalarla boğup kafasını karıştırmayı düşünüyor. Bunu kusursuza yakın becerdiklerini söylemem gerek ve bu mükemmeliyetçiliin arkasında Rondo'nun şutunu riske edebilecek olmanın rahatlığı var. Dördüncü maçta Rondo iyice kendini kaybetmiş gibi gözüküyordu, üstüne Doc Rivers'ın "no hero shots, drive to the basket, make plays" baskısı yerleşince bu silikliği beşinci maçın ilk bölümüne taşıdı. Onu anlayabiliyorum zira şutu olmayan her oyuncunun yaşayabileceği kötü bir dönemden geçti. Şutunuz riske edilebilecek kadar kötüyse ne yaparsınız? En azından bir tane boş sokup baskıyı üzerinizden atmaya çalışırsınız. Rondo dördüncü maçın başında bunu yaptı ve maça iyi başladığını düşündü, koçtan kalayı yiyince "n'oluyoruz?" dedi.

Dördüncü maçın genelinde tüm playoff macerasının hikayesi biraz da bu aslında. Pierce, KG ve Ray, hepsi ana hücum silahı jumper olan oyuncular. Ray ve Pierce catch-and-shoot olayında ligin kralları. Ama Rondo henüz bu basit oyunları çözebilecek kadar rahat değil, yapması gereken Cassell ise bambaşka hesaplar içerisinde. Takımın basit basket bulamadığı dönemlerde -ki deplasmanlarda maçın neredeyse tamamı oluyor bu, Rondo her perdesinden sonra Ilgauskas veya Varejao'nun olduğu bir ikili sıkıştırma yediğinden mütevellit- Pierce takımın yaratıcısı rolünü üstlenmek istoyr ama savunmada da eşleştiği LeBron'un kendisinden çok daha kalıplı olması potaya gitmesini de, post up yapmasını da engelliyor.


Beşinci maçta Celtics yavaş yavaş nakavt olmaya giden bir boksör gibiydi; tembel ve yapmaması gereken paslara girişmiş, Rondo'nun silik oyunu kafasını karıştırmış, LeBron maça çok iyi başlamışken -kankası Jay-Z de manitayı kapmış gelmiş maça-, maç kendi kahramanını yarattı. Rondo üstüste iki boş üçlük sokup kendine geldi ve fark üç sayıya kadar inip devre öyle kapanınca Celtics için işler ikinci maçtan biraz daha iyi gitti, sadece KG ve Ray değil, Pierce da maça ağırlığını koydu ve hepsi işin bir ucundan tutarak üçüncü çeyreği kusursuza yakın oynadılar.


Bu noktada Garnett bence basketbolu Doc Rivers'tan daha iyi bildiğini göstermiş oldu, seri boyunca Celtics'in bir türlü açamadığı alanı topu çok doğru yerlerde alarak açtı, şutlarını büyük yüzdeyle soktu. Son çeyrekte Rondo'ya da "kardeşimsin" gazını verdiği pozisyon var. İyi sinyal oldu Celtics açısından, zevkli geçecek bir maç bekliyor bizi Q'da.

Cavaliers beton gibi takım, kağıda bakınca pek çözülmüyor ama uzun rotasyonu çok uyumlu, keşke Wallace'dan biraz daha katkı alabilselerdi. West ve Gibson da iyi oyun kurucular, ama burada bence Cavaliers'ın bir adım öteye gitmesini engelleyen asıl problem beliriyor, takımın benchindeki oyuncuların ilk beşteki oyunculardan bir farkı yok. takıma yeni bir hava, momentum katacak bir adam sokamıyorlar kenardan. Belki Wally bu adam olabilirdi ama o da iki maçtır Cavaliers'ın maça hızlı girmesini sağlayan oyuncu. Celtics'in Z ile nasıl oynaması gerektiğini anlaması seriyi çözen etken olabilir. Bir de aşağıdaki cümleden kokusu tüten güveni var Cavaliers'ın:


"We know it's a win-or-go-home situation. We've got to approach it that way. We're a very good team at home. But a LeBron James team is never desperate."

-- Cavaliers forward LeBron James talking about Game 6, which is Friday night in Cleveland.