13 Haziran 2009

Yaya Toure


Hakkında bildiğimiz çok fazla şey yok gibi. Yediği yemekten, takıldığı restorana, beraber olduğu kadına dair önümüze sunulan futbolculardan değil. Abisinin, Arsene Wenger piyangosu çarpan futbolculardan Kolo Touré olduğunu biliyoruz. Peki Yaya abisi kadar şanslı mıydı, futbol kariyeri açısından? Hayır. Çok daha taşlı yolları teperek geldi Barcelona'ya.


Aslında yolları birbirine benziyor. Yaya, birçok vatandaşı gibi Avrupa'ya ilk olarak "resmi Fildişi bağlantısı" olarak da adlandırabileceğimiz Jean-Marc Guillou vasıtasıyla ve Beveren klübüyle ayak bastı. Eski Fildişi antrenörü olan (Fildişi'nin altın jenerasyonunun ergenliğini tamamlamadığı dönemlerde bu görevi yaptı) Guillou, Belçika'nın çalışma izni konusundaki esnekliğinin de katkısıyla, şu an Avrupa'nın önemli klüplerinde oynayan pek çok Fildişiliyi bu klüpte topladı. Kolo da bu isimlerden biriydi, Beveren'in feeder klübü olan ASEC Mimosas'ın genç takımında yetişmişti ama Arsenal'deki deneme periyodunda göze girince orada kaldı ve kaptanlığa kadar yükseldi. Yaya ise Beveren'den 2 milyon € karşılığında Metalurgh Donetsk'e geçti ve bu iki klüpte toplam dört sezon geçirdi.


2005 yazında 1,2 milyon € karşılığında Olympiakos'a gitti, 25 maç oynayıp kendini gösterdi ve fiyatını üçe katlayarak Monaco'nun yolunu tuttu. Bu transferin öncesinde abisinin klübü kendisini bir denemeye tabii tuttu ama imza attıracak kadar etkilenmedi. Monaco'da geçen bir sezonun ardından fiyatını tekrar katlayarak Barcelona'ya gitti.

Barça'da da bu sezonun başında bocaladı, ilk sezonunda as kadronun isimlerinden biri olarak sayılmasına rağmen, Pep'in revizyonunda yerini Busquets'e kaptırdı. Yılbaşına doğru işler normale döndü ve Yaya, sadece orta sahayı toparlayan bir dinamo değil, aynı zamanda savunmanın ortasında ve kenarlarda da oynayabilen bir joker olarak kendini ispatladı. Bu noktada Olympiakos'a transfer olduğu rakamı tekrar hatırlatmakta fayda var: 1,2 milyon €!

Hiç yorum yok: